Türkiye’de Ortalama 1,6 Milyon Kişi Sedef Hastası

psoriasis ve kutanöz İnflamasyon derneği

“29 Ekim Dünya Psoriasis Günü dolayısıyla yapılan bilgilendirmeye göre sedef, kadın ve erkekleri eşit oranda etkilemekte, 20-30’lu yaşlarda ve 50-60’lı yaşlarda iki pik yapmakta ve genelde yaşam boyu devam etmektedir[1]. Sedef genellikle ailesinde sedef olan, yani genetik yatkınlığı olan kişilerde görülmektedir; bulaşıcı değildir”

Dünya Psoriasis Günü olarak kabul edilen 29 Ekim’de, Psoriasis ve Kutanöz İnflamasyon Derneği tarafından Lilly İlaç’ın desteğiyle sedefe yönelik farkındalığı artırmayı hedefleyen bir proje hayata geçirildi. “Siz sedefi tanırsanız, biz de yaşamı kucaklarız” farkındalık projesi kapsamında, sedef ile yaşayan bireylerin yaşadığı zorlukları, hayata karışmalarının önündeki engeller ve  hastalıkla ilgili yanlış bilinenleri vurgulayan bir film hazırlandı. Dünyada yaklaşık 125 milyon[4], Türkiye’de ise 1,6 milyon1 kişiyi etkilediği tahmin edilen sedef (psoriasis); psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileri doğrultusunda önemli bir sağlık sorunu.

lilly logo

“Dünyada yaklaşık 125 milyon[3], Türkiye’de ise 1,6 milyon1 kişiyi etkilediği tahmin edilen sedef (psoriasis); psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileri doğrultusunda önemli bir sağlık sorunu”

Her Üç Kişiden Birinde Sedef Romatizması

“Sedef, bireylerin yaşam kalitelerini de olumsuz etkilerken, diğer yandan dışlanma ve damgalanma ile de karşı karşıya kalabilmektedirler[2]. Sedefi olan her üç kişiden birinde sedef romatizması (psoriatik artrit) de gelişebilmektedir”

prof m ali gurer

Dünya Psoriasis Günü ve farkındalık projesi kapsamında açıklamada bulunan Psoriasis ve Kutanöz İnflamasyon Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer, hazırladıkları videoyla hastalığa dair farkındalığın önemini bir kez daha vurgulamak istediklerini belirtti. Prof. Dr. Mehmet Ali Gürer, şu bilgileri verdi:

“Bir plaktan tüm deriyi tutabilen, yaygın eritemli, skuamlı lezyonlarla karakterize olan sedef, kadın ve erkekleri eşit oranda etkilemekte, 20-30’lu yaşlarda ve 50-60’lı yaşlarda iki pik yapmakta ve genelde yaşam boyu devam etmektedir[5]. Sedef genellikle ailesinde sedef olan, yani genetik yatkınlığı olan kişilerde görülmektedir; bulaşıcı değildir. Sedefin yalnız deriye sınırlı olmadığını, orta ve şiddetli sedefli bireylerde komorbiditeler ortaya çıkabileceğini de belirtmek isterim. Sedef, bireylerin yaşam kalitelerini de olumsuz etkilerken, diğer yandan dışlanma ve damgalanma ile de karşı karşıya kalabilmektedirler[6]. Sedefi olan her üç kişiden birinde sedef romatizması (psoriatik artrit) de gelişebilmektedir[7]. Bu yüzden sedefin yönetiminin dermatoloğa danışılarak yürütülmesi ve risk faktörlerinden kaçınılması son derece mühimdir.4 Siz sedefi tanırsanız, biz de yaşamı kucaklarız” diyerek bilinçlenmenin önemini vurguluyor, farkındalığın artmasını hedefliyoruz.

Hastalığa Dair Yerleşmiş Önyargılar

emily millette
w0

Lilly olarak, 148 yıllık köklü geçmişleriyle ve Türkiye’de de 30 yılı aşkın süredir farklı terapötik alanlarında yaşamı iyileştirme amacıyla çalışmalarına devam ettiklerini belirten Lilly Türkiye Genel Müdürü Emily Millette, “Her yaştan sedef ile yaşayan birey, toplumda hastalığa dair yerleşmiş önyargılar nedeniyle toplumsal hayata katılımda çekingen davranabiliyor. Bu farkındalık projesiyle, toplumda sedefe ilişkin bilgi düzeyini artırmayı ve sedef ile yaşayan bireylerin yaşamı kucaklamaya devam etmelerini teşvik etmek istiyoruz” ifadelerini kullandı.

Siz sedefi tanırsanız, biz de yaşamı kucaklarız videosunu izlemek için QR kodunu taratınız.


[1] Armstrong AW. Psoriasis. JAMA Dermatol. 2017;153(9):956. doi:10.1001/jamadermatol.2017.2103

[2] https://psokid.org/hastalar-icin/sedef-hastaligi/ (Son erişim tarihi: 18.10.2024)

[3] https://www.psoriasis.org/psoriasis-statistics/ (Son erişim tarihi: 18.10.2024)

[4] https://www.psoriasis.org/psoriasis-statistics/ (Son erişim tarihi: 18.10.2024)

[5] Armstrong AW. Psoriasis. JAMA Dermatol. 2017;153(9):956. doi:10.1001/jamadermatol.2017.2103

[6] https://psokid.org/hastalar-icin/sedef-hastaligi/ (Son erişim tarihi: 18.10.2024)

[7] https://www.psoriasis.org/about-psoriasis/(Son erişim tarihi: 18.10.2024)

Aile Hekimliği Yönetmelik Değişikliği Geri Çekilmeli

doctor man consulting patient while filling up an application fo

Sağlık Bakanlığının Aile Hekimliği Yönetmeliğinde yaptığı yeni düzenleme ile yeni aile sağlığı merkezleri (ASM) açmak için gerekli para, genel bütçe yerine mevcut ASM’lere ayrılmış sınırlı kaynaktan yapılacak %12’ye varan kesinti ile sağlanacak

Sağlık Bakanlığının Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ndeki değişiklik hekimler nezdinde yoğun tepkilere neden oldu. TTB, birinci basamak sağlık hizmetleri ve koruyucu hekimlik uygulamalarına ilişkin eleştirilerini ve önerilerini şöyle ifade etti:

“Halkın eşit, ücretsiz, erişilebilir ve nitelikli sağlık hizmetine kavuşması, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının sorunlarının çözülebilmesi için Sağlık Bakanlığı’nın birinci basamak sağlık hizmetlerini ve koruyucu hekimlik uygulamalarını güçlendirecek düzenlemeler yapması gereklidir. Sağlık Bakanı ile yaptığımız görüşmede bu yöndeki beyanları olumlu bir beklenti yaratmışken yeni yönetmelik, büyük bir hayal kırıklığına neden olmuştur. Zira bu Yönetmelik halkın sağlığını, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının özlük hakları ve çalışma koşullarını iyileştirmek bir yana yaşanmakta olan sorunları daha da derinleştirecek içeriktedir.

Yeni ASM Açılma Koşulları

Yönetmelik değişikliği, öteden beri uygulanan lohusa takiplerinin performans göstergesi olarak değerlendirilmesi de dahil olmak üzere koruyucu hekimlik uygulamalarıyla ilgili hiçbir yenilik, gelişme içermemektedir. Yeni aile sağlığı merkezleri (ASM) açmak için gerekli paranın genel bütçe yerine mevcut ASM’lere ayrılmış sınırlı kaynaktan yapılacak %12’ye varan kesinti ile sağlanması planlanmaktadır. Bu yaklaşımla hekim başına düşen nüfusun ideal sayı olan 1.500-2.000 aralığına inmesi mümkün değildir. Nitekim Yönetmelik zımnen de olsa bu sayıyı 3.000-3.500 olarak kabul etmektedir.

Hizmet Kalitesi ve Önemi Yerine Sayısı Önemli

Hekimlerin ve ASM çalışanlarının gelirleri artış göstermek bir yana, azalmayla sonuçlanacak karmaşık ve anlaşılmaz matematiksel formüller ve katsayılar ile hesaplanmakta, ulaşılması mümkün olmayan ya da faydalı olmayan performans kriterleri içermektedir. Verilen hizmetin kalitesi ve önemi değil sayısı dikkate alınmaktadır.

Negatif Performans Uygulaması

Yönetmelik, kendi içinde hekimleri zor durumda bırakacak çelişkiler taşımaktadır. Örneğin hasta memnuniyetini hekimlerin iş güvencesi ve gelirlerinin bir koşulu olarak ortaya koyarken; antibiyotik, mide koruyucu, ağrı kesici reçeteleri ve sevk sayısını azaltmak üzere negatif performans uygulayarak hekimlerle hastaları karşı karşıya getirmekte, hastaların hekimlerden memnun olmamasını sağlamaktadır. Bir yandan hasta sevklerini azaltmak için önceki aydan fazla sevk yapan hekimlerin gelirinden kesinti yapılırken, diğer yandan belli yaş üzerindeki herkesin sevk edilmesine neden olacak Hasta Yönetim Platformunun kullanılmasını zorunlu tutmaktadır. Yönetmelik ayrıca hekimlerin iş ve gelir güvencesini ortadan kaldıran maddeler içermektedir. Özetle bu yönetmelik hasta ve çalışanlara eziyet dışında bir şey getirmemektedir.

Çözüm Önerileri Neler?

“ASM sayısı, hekim başına 2.000 nüfusu aşmayacak şekilde artırılmalıdır; bina ve altyapıları devlet tarafından yapılmalı ve giderleri genel bütçeden karşılanmalıdır”

Oysa halkın sağlığını koruyan, geliştiren, hekimlerin ve tüm sağlık çalışanlarının mutlu olacağı ve şevkle çalışacağı, ülkemizin ihtiyacı olan bir birinci basamak sağlık hizmeti programını hayata geçirmek hiç de zor değil. Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin toplum temelli, bölge ve nüfus tabanlı verilecek şekilde yapılandırılması, ASM sayısının hekim başına 2.000 nüfusu aşmayacak şekilde artırılması, bina ve altyapılarının devlet tarafından yapılması ve giderlerin genel bütçeden karşılanması, yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmesi, koruyucu hekimlik uygulamalarının desteklenmesi, geliştirilmesi, emekliliğe yansıyacak tek kalemden oluşan, yoksulluk sınırının en az iki katı düzeyinde ve izin dönemlerinde kesilmeyecek maaş güvencesi ülkemizin insan ve maddi kaynaklarıyla rahatlıkla karşılanabilir ve sağlık sistemindeki pek çok sorunu çözebilir.

Yönetmelik Geri Çekilmeli

“ASM’lerde yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmeli, koruyucu hekimlik uygulamaları desteklenmeli, emekliliğe yansıyacak tek kalemden oluşan, yoksulluk sınırının en az iki katı düzeyinde ve izin dönemlerinde kesilmeyecek maaş güvencesi sağlanmalıdır”

Sağlık Bakanlığı’na acil çağrımız; hekimlere ve sağlık çalışanlarına maddi kayıplar ve iş güvencesizliği getiren, halkın sağlığına katkısı olmayan yönetmelik değişiklikleri yapmaktan vazgeçmesi, ideal birinci basamak sağlık hizmetleri ve koruyucu hekimlik uygulamalarını planlamak üzere uzun yılların bilimsel birikimine sahip Türk Tabipleri Birliği ve alanla ilgili sağlık meslek/emekörgütleriyle iş birliği içinde çalışmasıdır. Türk Tabipleri Birliği olarak her zaman yaptığımız gibi ülkemiz sağlık ortamına katkı sunmaya ve halkın sağlığı, hekim ve sağlık çalışanlarının hakları için her platformda mücadele etmeye devam edeceğimizi ilan ediyoruz.”

Normal Doğum Eylem Planına Karşı Tepkiler Çığ Gibi Büyüdü

wo3

“Dünya Sağlık Örgütü doğum için belirli hedef oranları ve doğum şekli önermenin yerine, her kadının hamilelik ve doğum sürecindeki birbirinden farklı ihtiyaçlarına odaklanmanın önemini vurgulamaktadır”

Türkiye Psikiyatri Derneği, Sağlık Bakanlığının 3 Ekim 2024 tarihinde düzenlediği “Normal Doğum Eylem Planı” tanıtım toplantısına tepkisini şöyle ifade etti: “3 Ekim 2024 tarihinde Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Normal Doğum Eylem Planı’ kapsamında hazırlanan kamu spotu şeklindeki videonun birçok yönden uygun olmadığını, ivedilikle kaldırılması ve yarattığı olumsuz etkiyi düzeltici bilgilendirme yapılması gerektiğini belirtmek isteriz. Oldukça yanlı ve bilimsel kanıtlardan uzak söylemler bulunan tanıtım videosunun ve plan dahilinde yapılan açıklamaların, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere toplumda yaratacağı ruhsal yükün olumsuz sonuçları olacağını düşünmekteyiz. Derneğimiz bilimsel çalışma birimleri olan ve bu alanda faaliyet gösteren Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi, Gebelik ve Doğumla İlişkili Ruhsal Bozukluklar Çalışma Birimi, Psikiyatride İnsan Hakları ve Etik Çalışma Birimi tarafından oluşturulan konu ile ilgili görüşü dikkatinize sunmak isteriz.

Kadınlara Karşı Ayrımcı Yaklaşım

Videonun içeriğinde, vajinal doğum yöntemi ‘normal doğum’ olarak tanımlanarak, sezaryenle doğumun normal dışı bir yöntem olduğu algısı oluşturulmaktadır. Fetüsün seslendirilmesi, sezaryen doğumu korku dolu bir süreç olarak resmetmekte, buna karşılık vajinal doğumu ‘başarı’ olarak göstermektedir. Sezaryen ile doğum yapmış kadınlar adeta ‘başarısız, kolaycı anneler’ olarak damgalanmakta ve bebekleri ile bağ kuramadıkları, emziremedikleri ve normal yaşama geç döndükleri mesajı ile çocuklarının sağlığını tehlikeye attıkları ima edilmektedir. Bu ayrımcı yaklaşım, sezaryen doğum yapan kadınları ‘yetersiz, suçlu ve başarısız’ hissettirecek vurgular içermektedir. Videoda sezaryen doğum sırasında annenin yüz ifadesi, seslendirme, doğum ortamı, hatta hekim ve sağlık çalışanlarının olumsuz yüz ifadeleri sezaryen doğumu korku dolu ve belirsiz bir durum olarak tanıtmakta ve vajinal doğum süreci ile kıyaslama yapılmasına neden olmaktadır. Vajinal doğumda anne ve bebek arasında sağlıklı bir bağ kurulduğu ifadesi bu bağın sezaryen doğumda kurulamayacağı vurgusu yapmaktadır.

Hekim Görüşü ve Tıbbi Gereklilik Saf Dışı

“Tüm kadınların gebelikte yeterli süre ve sıklıkta sağlık hizmeti sağlayıcılarına ulaşabilmesi, konuşabilmesi ve doğumlarıyla ilgili karar alma sürecinin bir parçası olması, riskler ve faydalar dahil olmak üzere yeterli bilgi alması önemlidir. Sadece tıbbi değil psikolojik destek de hamilelik ve doğum boyunca kaliteli bakımın kritik bir unsurudur”

Videoda belirtilenin aksine, anne bebek arasındaki bağ doğum şekli ile belirlenen değil, doğum sonrası anne ve bebeğin tensel teması ile başlayan daha sonra bakım verme ile gelişen bir süreçtir. Bakım verme sürecinde annenin sosyal desteğinin iyi olması oldukça önem kazanmaktadır. Bu destek sadece babanın ve aile yakınlarının birincil desteğini değil, aynı zamanda devlet politikaları tarafından sağlanması gereken desteği de kapsamaktadır. Sezaryen doğumla ilgili kesitlerde; bebeğin hiç ayrılmak istemediği ve hazır olmadan doğum sürecine girdiği şeklinde anlaşılan videoda bebeğin yaşamsal fonksiyonlarını kazanmadan zorla dünyaya getirildiği iması yapılmaktadır. Bu da elektif (planlı) sezaryen vakalarında hekimin görüşünün ve tıbbi gerekliliklerin saf dışı bırakılarak annenin ve bebeğin iyilik halinin gözetilmediğini düşündürmektedir. Bebeğin doğar doğmaz yaşamsal fonksiyonlarının yeterli olup olmadığının incelenmesi her iki doğum sürecinde de rutinde yapılmakta olup bu işlemin sadece sezaryen doğumda yapıldığının gösterilmesi oldukça taraflı bir yaklaşımdır. Normal doğumu anlatan sahnelerde ise babanın daha aktif bir konum aldığı, annenin acı çekmeden doğurduğu ve bebeğin çok mutlu bir şekilde dünyaya geldiği görülmektedir. Halbuki babanın desteği ve ilk andan itibaren bebekle temas sezaryen doğumda da gayet mümkündür.

Ayrıştırıcı ve Damgalayıcı Bir Dil

“Gebelik ve doğum süreci fizyolojik, sosyal ve ruhsal değişikliklerin yaşandığı kompleks bir süreçtir. Bu dönemde, önceden var olan hastalıkların, genetik etmenlerin ve biyokimyasal süreçlerin yanı sıra ağır eleştiri almak, doğumla ilgili kaygılar, çocuk bakım stresi, ekonomik sorunlar ve stresli yaşam olayları ruhsal hastalıklar için zemin hazırlamaktadır”

Vajinal yolla doğumun teşvik edilmesi normaldir ancak bunun ayrıştırıcı ve damgalayıcı bir dille yapılması; bir şeyi teşvik etmeye çalışırken onun alternatifinin kötülenmesi, karalanması ve ötekileştirilmesi kabul edilemez. Bu tutum videonun amacından sapmasına yol açmıştır ve bazı tıbbi gereklilikler nedeniyle vajinal doğum yapamayan/yapmaması gereken kadınları yanlış yönlendirebilir, tek bir doğru herkes için geçerliymiş gibi göstererek hasta-hekim arasındaki güven ilişkisini zedeleyebilir ve sonunda anne-bebek sağlığını olumsuz etkileyebilir. Gebelik ve doğum süreci fizyolojik, sosyal ve ruhsal değişikliklerin yaşandığı kompleks bir süreçtir. Bu dönemde, önceden var olan hastalıkların, genetik etmenlerin ve biyokimyasal süreçlerin yanı sıra ağır eleştiri almak, doğumla ilgili kaygılar, çocuk bakım stresi, ekonomik sorunlar ve stresli yaşam olayları ruhsal hastalıklar için zemin hazırlamaktadır. Tam da bu nedenledir ki sezaryen doğum yapması gereken annelerin bu video nedeniyle sosyal ortamlarda yargılanabileceği ve kendisinin başarısız bir anne olacağını düşünmesi olasıdır ve bu durum ruhsal hastalık gelişimine zemin hazırlayabilmektedir.

Kadınların birbirinden farklı ihtiyaçları

“Kadın ve kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran, cinsiyetçi dil içeren, kadınları birincil bakım veren rolüne sabitleyen, tıbbi etik kurallara uygun olmayan, kadın ve çocuklar başta olmak üzere tüm toplumun ruh sağlığını olumsuz etkileyecek bu reklam filmi kaldırılmalıdır”

Dünya Sağlık Örgütü doğum için belirli hedef oranları ve doğum şekli önermenin yerine, her kadının hamilelik ve doğum sürecindeki birbirinden farklı ihtiyaçlarına odaklanmanın önemini vurgulamaktadır. Tüm kadınların bu dönemde yeterli süre ve sıklıkta sağlık hizmeti sağlayıcılarına ulaşabilmesi, konuşabilmesi ve doğumlarıyla ilgili karar alma sürecinin bir parçası olması, riskler ve faydalar dahil olmak üzere yeterli bilgi alması önemlidir. Sadece tıbbi değil psikolojik destek de hamilelik ve doğum boyunca kaliteli bakımın kritik bir unsurudur.

Ebelik Sisteminin Güçlendirilmeli

Kadınların ruhsal sağlıklarının geliştirilmesi için; çeşitli ayrımcılıklara maruz bırakılmadan doğurganlık haklarından özgürce yararlanabildiği, mevcut koşullarda sayı yetersizliği nedeniyle etkin işlemeyen ancak gebelik ve doğum süreçlerinde önemli olan ebelik sisteminin güçlendirildiği, her kadın için erişilebilir ve güvenli olan bir sağlık ortamının oluşturulması gerektiği dikkate alınmalıdır.

Kadın Bedeni Üzerinde Tahakküm Kuruluyor

Gebelik sürecinin, doğum ve doğum sonrasının kadın bedeni üzerinde ilerleyen süreçler olduğunu, kadın ruh sağlığının korunması ve geliştirilmesinde  tüm bu süreçler gibi kritik önemi olduğunu biliyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dayalı cinsiyetçi dili ve kadın bedeni üzerindeki baskısının yansımalarını bu reklam filminde de görüyoruz. Doğumun normal ve normal olmayan olarak ayrıştırılmasının, sezaryen doğum yapan annelerin çocuklarıyla sağlıklı bir bağ kuramadığı ve yeterli anne olmadığı algısının yaratılmasının kadınlar üzerinde oluşturacağı baskı ve ruh sağlığına olumsuz etkileri kaçınılmazdır. Reklam dili bu bağlamda cinsiyetçi ve damgalayıcıdır, kadın bedeni üzerinde tahakküm kurmaktadır. Oysaki sezaryen doğum oranlarının artması sezaryen olan kadınlar ve ameliyat yapan hekimler üzerinden değil, pek çok alanda değerlendirilmesi gereken bir süreçtir. Son 20 yıldır ülkemizde de hızla artan sezaryen oranları kadınların ‘başarısızlıklarının’ değil mevcut, , kadını görmeyen aile ve sağlık politikalarının sonucudur.

Sonuç olarak, videonun içeriği, tıbbi bilgiden uzak, damgalayıcı ve etik ihlaller içermektedir. Kadınların doğum sonrası dönemde yaşayabildiği kaygılar ve depresyon gibi durumlar düşünüldüğünde, sezaryenle doğum yapan kadınların ruhsal belirtilerinin daha da şiddetlenmesine neden olabilir. Kadın ve kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran, cinsiyetçi dil içeren, kadınları birincil bakım veren rolüne sabitleyen, tıbbi etik kurallara uygun olmayan, kadın ve çocuklar başta olmak üzere tüm toplumun ruh sağlığını olumsuz etkileyecek bu reklam filmi kaldırılmalıdır.”

Kürtaj Hakkına Erişimde de Sıkıntı Var

“Bugün kürtaj hakkına erişimde de sıkıntılar yaşandığını, kamu hastanelerinde yasal sınırlarda isteğe bağlı kürtajın, mevcut söylemler ve baskılar nedeniyle gerçekleştirilemediğini, bu durumun kadın sağlığını etkilediğini, kamu ve özel hastanelerdeki uygulama farklılıkları nedeniyle eşitsizlikleri derinleştirdiğini görüyoruz”

TTB Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu,  Sağlık Bakanlığı Normal Doğum Eylem Planına ilişkin şunları kaydetti: “Sağlık Bakanlığı’nın medyada yer alan “Normal Doğum Eylem Planı” tanıtım toplantısı ve bu eylem planı çerçevesinde yurttaşlara yönelik hazırladığı video, hem Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolumuzun hem de kadın ve beden politikalarına dair söz söyleyen birçok kadın ve kadın örgütlerinin hızla gündem konusu olmuştur.

Eylem planı ile ilgili maddeler incelendiğinde sezaryen doğum oranlarının artmış olması gerekçe olarak gösterilmiştir. Eylem planlaması içerisinde sezaryen ile doğum gerçekleşene kadar olan sağlık sistemine dair eksiklikler görmezden gelinmiştir. Birinci basamak sağlık hizmetinin bakanlık nezdinde poliklinik ve performansa indirgenmesi, çoğu aile sağlığı merkezinin eksik ebe/hemşire ile çalışması, mevcut ebelerin sistem içinde gittikçe gücünü yitirmesi, zamanının çoğunu artan poliklinik hizmetlerine ayırmak zorunda kalması, bu sebeple asıl işi olan gebe izlemlerinin yetersiz kalması değerlendirme dışında bırakılmıştır. Hekimlerin doğum sürecinde yaşadıkları bu eksikliklere dayanan sıkıntılara, yüzleşmek zorunda kalınan medikolegal süreçlere ve bunların düzeltilmesi, geliştirilmesine ilişkin herhangi bir aktarıma ve planlamaya yer verilmemiştir. Buna karşın sezaryen doğum planlamalarının denetim ve takip süreçlerine yer verildiği, bu durumun da sezaryen yapılması halinde hekimlerin soruşturmaya tabi tutulacağı, ayrıca kadının bu süreçteki rızasının ve kendi bedeni üzerinde karar verme hakkının tamamen konunun dışında bırakıldığı görülmektedir.

Başarılı Kadın & Başarısız Kadın

Eylem planına dair sosyal medyada yayımlanan video da içerik olarak oldukça problemli ifadeler içermektedir. Videoda vajinal yoldan doğum yapan kadınlar ‘başarılı’, sezaryen ile doğum yapan kadınlar ‘başarısız’ olarak tanımlanmakta; üstelik bu tanımlama anne karnındaki bir bebeğin konuşturulması ile duygusal istismar yaratılarak işlenmektedir. Bunun yanı sıra sezaryen olan kadınlar sezaryen ile doğumu kendileri tercih eden, kolaycı anneler olarak damgalanmakta ve çocuklarının hayatını tehlikeye attıkları ima edilmektedir. Anne ve çocuk arasında kurulan bağ video içeriğinde sezaryen ile ilgili bir trajedi yaratılması yoluyla kötüye kullanılmaktadır. Kadın bedeni üzerinden bir dayatma yaratarak yine bir ötekileştirmeye gidilmiş ve kadınları rahatsız eden video sosyal medyada da kadınlardan çok fazla tepki almıştır.

Hekimlere Yönelik ‘Takip ve İzleme’ Baskısı

Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı hekimler, anne ve bebek için riskli durumlar mevcut değilse, gebeler için vajinal yolla doğumu önermektedir. Ancak bu hasta-hekim arasında ve takiplerle yürütülen bir süreç ve nihayetinde hasta ve hekimin birlikte verdiği bir karardır. Gebelik süreci doğal, fizyolojik bir süreç olduğu kadar, kendine özgü sağlık sorunlarını ve komplikasyonları da içeren bir süreçtir. Bu olumsuz süreçlerle baş edebilmek etkili, nitelikli bir gebe takibi ile mümkün olabilmektedir. Görülmektedir ki bu eylem planı yine kadın sağlığına ilişkin temel gereklilikleri görmezden gelmeye devam etmekte, kadın bedeni üzerinden dayatmalar ile müdahalede bulunmaktadır.

Fıtrat Değil Bilimsel Uygulama

“Gebelik süreçleri ile ilgili doğru planlamalar; birinci basamağın güçlendirilerek, etkili, eşit, ulaşılabilir, anadilde, nitelikli birinci basamak izlemleri ve tedbirleri, performansa dayalı olmayan nitelikli bir sağlık sistemi ile mümkündür”

Ayrıca bu projede yer alan eylem planlaması; sezaryen ile doğum yaptıran hekimlere yönelik ‘takip ve izleme’ gerekçesi ile bir baskı oluşturulması ve belki de soruşturmaya tabi tutulmanın söz konusu olabileceğini düşündürmektedir. Bu durumun kadınların bedenleri üzerinden tıbbi yaklaşımlara da müdahaleyi getirebileceğini, baskı altında yanlış kararlar verilebilmesine ve büyük halk sağlığı sorunlarına yol açabileceğini, ayrıca kamu ve özel hastanelerde gelişecek uygulama farklılıklarıyla maddi gücü olmayan kadınların eşitsizliklerden daha fazla zarar görebileceğini düşünüyoruz.

Uzun süredir sağlık politikalarına ilişkin iktidarın ‘Sezaryen fıtrata aykırıdır’, ‘Bu işin doğalı, fıtratı normal doğumdur. Sezaryen bir ameliyat, manavdan muz almıyoruz’, ‘sezaryene savaş açıldığı’ ve ‘en az üç çocuk söylemlerinin iktidar tarafından dile getirildiğini biliyoruz. Bahsi geçen eylem planı tanıtım toplantısında fıtrat söyleminin tekrarlanması dikkat çekicidir. Bilimsel bir tıbbi uygulamanın “’fıtrat’ gibi bilimdışı bir söylemle ele alınmasını kabul etmiyoruz.

Eril ve Cinsiyetçi Dil

“Devlet öncelikle kadınların bedensel ve doğurganlık haklarına ulaşmasını ve geliştirilmesini tesis etmeli, kadınların kendi bedenleri ve hayatları üzerindeki söz haklarını korumasını desteklemelidir”

Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu olarak, eylem planı çerçevesinde kullanılan dili eril ve cinsiyetçi buluyoruz. Bu yaklaşım kadınlara bedenleri üzerinden bir dayatma ve hekimlik uygulamalarına da baskı oluşturarak bilimsel olmayan müdahaleleri getirecektir. Gebelik süreçleri ile ilgili doğru planlamalar; birinci basamağın güçlendirilerek, etkili, eşit, ulaşılabilir, anadilde, nitelikli birinci basamak izlemleri ve tedbirleri, performansa dayalı olmayan nitelikli bir sağlık sistemi ile mümkündür.

Devletin kişilerin haklarını kullanabilmesine imkân sağlama ve haklara erişimde kısıtlılık olması halinde engelleri kaldırma gibi pozitif ve negatif yükümlülükleri vardır. Devlet öncelikle kadınların bedensel ve doğurganlık haklarına ulaşmasını ve geliştirilmesini tesis etmeli, kadınların kendi bedenleri ve hayatları üzerindeki söz haklarını korumasını desteklemelidir.

Kürtaj Hakkına Erişimde de Sıkıntı Var

“Devlet tüm kadınlar için eşitlikçi, kapsayıcı sağlık politikalarını hayata geçirmeli, bunu yaparken eşitsizlikleri derinleştiren eril söylemlerden vazgeçmelidir. Kadın bedenine yönelik eril söylemlerle yapılan müdahalelere karşıyız ve mücadeleye devam edeceğiz”

Bugün benzer söylemler ve yaklaşımlarla kürtaj hakkına erişimde de sıkıntılar yaşandığını, kamu hastanelerinde yasal sınırlarda isteğe bağlı kürtajın, mevcut söylemler ve baskılar nedeniyle gerçekleştirilemediğini, bu durumun kadın sağlığını etkilediğini, kamu ve özel hastanelerdeki uygulama farklılıkları nedeniyle eşitsizlikleri derinleştirdiğini görüyor, söylüyoruz.

Bahsi geçen eylem planının da kadın sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğini öngörüyoruz.

Bahsi geçen eylem planı tekrar gözden geçirilmeli, tanıtım videosu yayından kaldırılmalı ve devlet tüm kadınlar için eşitlikçi, kapsayıcı sağlık politikalarını hayata geçirmeli, bunu yaparken eşitsizlikleri derinleştiren eril söylemlerden vazgeçmelidir. Kadın bedenine yönelik eril söylemlerle yapılan müdahalelere karşıyız ve mücadeleye devam edeceğiz.”

Kamu Hastanelerinde Ücretsiz Doğum Kontrol Yöntemlerine Erişim Çok Güç

“Yasal olarak zorunlu olmasına rağmen kamu kurumlarında düzenli olarak ücretsiz doğum kontrol yöntemlerine erişimde güçlükler son yıllarda artmıştır. Gelir düzeyi daha iyi olan kadınlar, yoksullaşma pahasına yöntemleri özel sektörden temin edebilirken dezavantajlı grupların yöntemlere erişimi büyük ölçüde azalmıştır”

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) 2023 yılı için TÜİK tarafından açıklanan son “Toplam Doğurganlık Hızı” verisini paylaşarak, kadınların en temel hakkı olan doğurganlıklarına karar verme hakkına yönelik söylemler sebebiyle şu açıklamayı yaptı:

“Ülkemizde nüfusun yarısını oluşturan kadınların sağlığının önemli belirleyicileri; kadının toplum içindeki statüsünü oluşturan eğitime katılma, istihdam ve çalışma yaşamına katılma, siyasete ve karar verme mekanizmalarına katılma, sağlık hizmetine erişim durumlarıdır. Dünya Ekonomik Forumu’nun ülkelerdeki kadın-erkek eşitsizliğinin boyutunu değerlendirerek yaptığı sıralamada; Türkiye 2022 yılında 146 ülke arasında 124. sırada iken, 2023 yılında 129. sıraya gerilemiştir. Diğer bir ifade ile kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizlik uçurumu derinleşmiş, sadece bir yıl içinde sıralamada beş sıra geriye gidilmiştir.

Okur Yazar Olmayan Kadınlar, Erkeklerin 5 Katı

TÜİK 2023 verilerine göre okur yazar olmayan kadınlar, erkeklerin 5 katı kadardır. İstihdama katılım oranı kadınlarda %30,4 iken erkeklerde %65’tir. Nüfusun yarısını kadınların oluşturduğu ülkemizde beş milletvekilinden birinin kadın milletvekili olması, kadınların karar verme mekanizmalarına katılımlarının erkeklere göre geri planda olduğunu göstermektedir.

Türkiye’de Anneler Önlenebilir Nedenlere Bağlı Ölüyor

Sağlık hizmetlerine erişim konusundaki veriler de uyarıcı olmaktadır. Türkiye’de anneler hala önlenebilir nedenlere bağlı ölmektedir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre yüz bin canlı doğumda 12.6 olarak belirtilen Anne Ölüm Oranını, çok uzun süredir bu rakamlar etrafında bir plato çizmektedir. Önlenebilir olan anne ölümlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik bir çaba olsaydı bu oranın düşmesi gerekirdi. Anne ölüm oranının Covid-19 pandemisi sırasında yüz bin canlı doğumda 19’a çıktığı görülmektedir.

“Birinci basamak sağlık kuruluşları başta olmak üzere ilgili tüm sağlık kuruluşlarında gebeliği önleyici yöntemlerin temini ve dağıtımı sağlanmalı, birinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık çalışanlarının da bilgilendirilmesi yapılmalıdır”

“100 kadından 12’si gebelik istemediği halde gebeliği önleyici yöntem ile korunamamaktadır ve önceki beş yıla göre bu oran iki katına çıkmıştır.  Doğurganlığın  düzenlenmesine  yönelik  hizmetlerinin  Güvenli  Annelik programının da bir parçası olduğu, temelinde de kadın-erkek eşitliği olduğu unutulmamalıdır”

Türkiye’de 1965 yılında çıkarılan ilk Nüfus Planlaması yasasından, dünyada 1978 Alma-Ata Bildirgesi’nden bu yana, bilimsel çalışmalarla doğurganlığın düzenlenmesi hizmetlerinin anne ve çocuk sağlığının aşısı olduğu ortaya konmuştur. Ülkemizde herkesin alması gereken en temel hizmetlerden biri olan doğurganlığın düzenlenmesi hizmetlerinin kamu kurumlarında yeterince sunulmadığı görülmektedir. Bu  nedenle 2018 TNSA sonuçlarına göre 100 kadından 12’si gebelik istemediği halde gebeliği önleyici yöntem ile korunamamaktadır ve önceki beş yıla göre bu oran iki katına çıkmıştır.  Doğurganlığın  düzenlenmesine  yönelik  hizmetlerinin  Güvenli  Annelik

programının da bir parçası olduğu, temelinde de kadın-erkek eşitliği olduğu unutulmamalıdır. Ülkede doğum kontrol yöntemlerine erişimde bölgesel, gelire, eğitime ve göçmenlik statülerine bağlı eşitsizlikler mevcuttur. Bu da eşitsizliklerden olumsuz etkilenen kadınların doğurganlıklarını kontrol edememesine, istenmeyen gebeliklerin bu gruplarda artmasına neden olmaktadır. Yasal olarak zorunlu olmasına rağmen kamu kurumlarında düzenli olarak ücretsiz doğum kontrol yöntemlerine erişimde güçlükler son yıllarda artmıştır. Gelir düzeyi daha iyi olan kadınlar, yoksullaşma pahasına yöntemleri özel sektörden temin edebilirken dezavantajlı grupların yöntemlere erişimi büyük ölçüde azalmıştır. Geçmiş tecrübelere dayanarak bu durumun anne ve bebek ölümleri riskini arttırabileceği olasılığı da göz önünde bulundurulmalıdır.

Kadınların Karar Vermede Önceliği Vardır

Söz konusu veriler göstermektedir ki Türkiye’de son yıllarda kadınların toplumdaki statüsü gerilemekte, dolayısıyla kadın sağlığının korunması ve kadınların güçlenmesinin önünde ciddi engeller bulunmaktadır.

Doğum Kontrol Yöntemlerine Erişimde Eşitsizlik

Doğurganlık ile ilgili hatırlamamız gereken en önemli konu; Her bir bireyin “çocuk sahibi olup olmamaya karar verme hakkının” olması, Kadınlarda  üreme  sağlığı  yükünün  erkeklere  göre  üç  kat  daha  fazla  olduğu gerçeği, Kadınların karar vermede önceliğinin olmasıdır.

Toplam Doğurganlık Hızının 1,51 olarak ortaya konması ve yıllar içinde toplam doğurganlık hızının azalması nüfusun azalacağı yönünde bir yanılgıya ve doğurganlığı teşvik eden söylemlere yol açmamalıdır. Bu yorum konuya bakış açısının yanlışlığını göstermektedir. Bunun yanı sıra cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmeti alma ve sağlığın korunması bir insan hakkıdır ve bu çerçevede bireylerin doğurganlığın düzenlenmesine yönelik danışmanlık hizmetleri alması ve doğum kontrol yöntemi tedariki erişilebilir olmalı, toplum bilgilendirmeleri yapılmalı, bakanlık düzeyinde yeterli bütçe ayrılarak birinci basamak sağlık kuruluşları başta olmak üzere ilgili tüm sağlık kuruluşlarında gebeliği önleyici yöntemlerin temini ve dağıtımı sağlanmalı, birinci basamak sağlık kuruluşlarında çalışan sağlık çalışanlarının da bilgilendirilmesi yapılmalıdır.

Sağlıklı ve Güvenli Koşullarda Kürtaj Hakkı

Güvenli Annelik hizmetleri kapsamında düşünülmesi gereken diğer bir konu da doğurganlığın düzenlenmesine yönelik hizmetlerin yaygın olarak verilmemesi nedeniyle ortaya çıkan istenmeyen gebeliklerin ve riskli gebeliklerin kamusal güvence ile bir destek hizmet olarak sağlıklı ve güvenli koşullarda isteyerek düşük (halk arasındaki adıyla kürtaj) hizmetleriyle karşılanmaması konusudur. Bu hizmetlerin kamusal alanda değil, özel sektörde veriliyor olması, yoksul kadın grubu için eşitsizlik yaratmaktadır. İkinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşlarında, özellikle son yıllarda toplumda çekince ile bakılan, yasal olduğu konusunda sağlık çalışanlarının bile kafa karışıklığı yaşadığı “isteyerek düşükler” temel bir sağlık hizmeti olarak verilmeli, 10 haftaya kadar yasal olduğu bilgisi sağlık kurum/kuruluşları başta olmak üzere topluma verilmeli ve yayılmalıdır.

Kadının Kendi Kararlarını Verme Hakkı Var

“Şu an ülkemizin içerisinde olduğu durum nüfus artış hızının azaldığı ancak sayısal olarak toplam nüfusumuzun artmaya devam ettiği bir süreç olup Türkiye’nin nüfusu 2050 yılına kadar azalmayacaktır”

Şu an ülkemizin içerisinde olduğu durum nüfus artış hızının azaldığı ancak sayısal olarak toplam nüfusumuzun artmaya devam ettiği bir süreç olup Türkiye’nin nüfusu 2050 yılına kadar azalmayacaktır. Bazı çevrelerin gereksiz ölçüde vurgulayarak kamuoyunu yanıltmasının aksine, bu süreçte genç nüfusun, özellikle de kadın istihdamının desteklenmesi ve artırılması gerekmektedir. Nüfus bilimcilerin 15 yıldır belirttiği bu fırsat penceresi iyi değerlendirilmeli, kadın erkek eşitsizliğini ortadan kaldıracak köklü dönüşümler yapılmalı, bu konuda somut adımlar atılmalıdır.

Özetle; ülkemizde kadınların haklarını kullanabilmeleri için önlerindeki engellerin kaldırılarak ve fırsat eşitliği sağlanarak daha iyi – eşit statüde olmaları mümkündür. Bu bir tercih değil gerekliliktir, bunu sağlamak da Devletin anayasal görevidir. Doğurganlıkları hakkında kendi kararlarını verebilmeleri ve doğurganlığın düzenlenmesi hizmetlerine ulaşabilmeleri için önlemler alınmalı ve harekete geçilmelidir. Türkiye’de kadınların Cumhuriyetle kazandıkları haklarından geri adım atılmasına asla izin verilmemeli – engellenmelidir.

Hekim ve Hastalar Üzerindeki Baskı Artırılıyor

“Her gün hekime şiddetin konuşulduğu ülkemizde, hekim ve hastalar üzerindeki baskıyı gereksiz yere arttıracak böyle bir yaklaşım, istenen sonucun elde edilmesini zorlaştıracaktır”

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ( TJOD ), Sağlık Bakanlığının 3 Ekim 2024 tarihinde düzenlediği “Normal Doğum Eylem Planı” tanıtım toplantısına tepkisini şöyle ifade etti:

“Bu toplantıda , Türkiye’de artan sezaryen oranlarının düşürülmesi, azalan nüfus artış oranlarının düzeltilmesi vb gibi nedenlerle normal doğumun yaygınlaştırılması için atılacak adımlar anlatılmıştır. Bunlar içerisinde gebe okullarının yaygınlaştırılması, ebelerin doğuma daha aktif katılımının sağlanması, normal doğumun kamu spotları ve video eğitimleri ile özendirilmesi gibi adımlar bulunmaktadır.

Bu planla ilgili yönetmelikler ve idari düzenlemelerin ileriki günlerde yapılacağı belirtilmiştir. Bu eylem planının en önemli bölümü de gebelerin ve anne adaylarının iyi bir şekilde bilgilendirilmesi ve buna bağlı olarak da normal doğumun özendirilmesidir. Bunlar kadın doğum hekimleri olarak hepimizin desteklediği ve dünyada da yaygın olarak yapılan uygulamalardır.

“Anne karnındaki çocuğun konuşturularak , bebek üzerinden yapılan böyle bir ötekileştirme, amaçlanan hedeflere de uygun değildir”

Geçtiğimiz günlerde bu amaçla yayınlanan sezaryen videosu hem kadınlarımızın hem de meslektaşlarımızın büyük tepkisine yol açmıştır. Söz konusu videoda sezaryenle doğum yapan kadınların başarısız gösterilmesi, hekimlerin elinde neşter bebeğe zarar vermek için bekleyen insanlar gibi algılanması , anne ve bebek ilişkisinin sezaryen sonrası bozulacağı gibi hem anne adaylarını hem de hekimlerimizi rencide eden bölümler mevcuttur. Anne karnındaki çocuğun konuşturularak , bebek üzerinden yapılan böyle bir ötekileştirme, amaçlanan hedeflere de uygun değildir. Her gün hekime şiddetin konuşulduğu ülkemizde, hekim ve hastalar üzerindeki baskıyı gereksiz yere arttıracak böyle bir yaklaşım, istenen sonucun elde edilmesini zorlaştıracaktır. TJOD olarak, Sağlık Bakanlığından söz konusu videonun yayından çekilmesini ve uzman görüşlerinin dile getirildiği her kesimi kucaklayarak bilgilendiren videoların öne çıkarılmasını istiyoruz.

Sağlık Bakanlığının normal doğum eylem planı ile ilgili görüşlerimizi de , ayrıntılar netleştiğinde açıklayacağız.”

SGK, Özel Hastanelerden Hizmet Satın Almaktan Vazgeçmelidir

neoo

“SGK, özel hastanelerden hizmet satın almaktan vazgeçmelidir. Prim, katkı-katılım payı, fark ücreti, ilave ücret yerine genel bütçeden finanse edilen, kamu eliyle herkese eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir bir sağlık sistemi kurmak için bu ülkenin kaynakları yeterlidir”

Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve İstanbul Tabip Odası (İTO), Yenidoğan Çetesi olayıyla ilgili 22 Ekim 2024 günü İTO Sevinç Özgüner Toplantı Salonunda bir basın toplantısı düzenledi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Alpay Azap; başından beri yakından izledikleri ve kamuoyunu sıklıkla bilgilendirmeye çalıştıkları olayın temel sebebinin sağlıkta piyasacı politikalar olduğunu vurgulayarak şunları kaydetti:

“Geldiğimiz noktada sağlık sistemi tamamen çökmüş durumdadır. Bebek ölümleriyle bunu çok acı bir şekilde anlamış olmak hepimizi yaralıyor ancak perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. TTB olarak bu politikalarının yarattığı yıkımı uzun yıllardır anlatmaya çalışıyorduk. Yaşananlar, uygulanan politikalarının kaçınılmaz sonucudur.”

Politika yanlışlığının hiçbir etik ihlali haklı çıkaramayacağını belirten Azap, bu olaya karışmış hem insanlığa hem de meslek etiğine aykırı davranan hekimlerin ve sağlık çalışanlarının cezalandırılması için ellerinden geleni yapacaklarını ifade etti. Azap, bununla birlikte söz konusu suçun pandemi ve deprem başta olmak üzere halkın sağlığı için büyük fedakarlıklarla görev yapan bütün sağlık çalışanlarına mal edilmemesi gerektiğini de dile getirdi.

TTB Olarak Bu Konunun Peşini Bırakmayacağız

Sağlık Bakanı’nın açıkladığı “yeni bir revizyon” ile sağlık sistemindeki krizin çözülemeyeceğinin altını çizen Azap, şöyle devam etti:

“Sağlık sistemindeki sorunlar pansuman tedbirler ile çözülemez. Sağlık sistemi yeniden kurgulanmalıdır. Bunun için yapılması gerekenler de bellidir. Bizim bilimsel verilerden ve halkın sağlığını koruyup geliştiren diğer ülkelerdeki deneyimlerden hareketle hazırladığımız önerilerimiz, reçetelerimiz var. Biz TTB olarak bu konunun peşini bırakmayacağız. Bu konunun geçici tedbirlerle, ‘bir grup ahlak ve vicdan yoksunu kişinin işleri’ denilerek kapatılamayacağını biliyoruz. Bu sistemin değişmesi için elimizden geleni yapacağız. Eşit, nitelikli, parasız, ulaşılabilir bir sağlık sistemi mümkün.”

Yenidoğan Ünitelerinde Yeterli Denetim Yapılmadı

İTO Başkanı Dr. Osman Küçükosmanoğlu tarafından yapılan açıklamada şunlar kaydedildi.:

“İddianamede Sağlık Bakanlığı Uzman Görüşü başlığı altında 19 bebeğe ait değerlendirme yapıldığı ve kanaat bildirildiği görülmektedir. Polis fezlekesinde yer alan tape içeriklerinden veya ailelerin SABİM ve CİMER başvurularından sonra yapılan incelemeler sonucunda oluşturulan uzman kanaatine göre; yaşamını yitiren bebeklerden bazıları için ölümle ihmal arasında illiyet bağı bulunduğu, bazı ölümler açısından ise illiyet bağı kurulamadığı anlaşılmaktadır. Uzman görüşü içerisinde sorumlu olarak gösterilen ve illiyet bağı kurulan şüphelilerin ihmali davranışla kasten adam öldürme suçu işledikleri iddia edilmiştir ve 10 bebek dosyada maktul olarak yer almıştır. Bu şüphelilerden hekim olanlar hakkında İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu tarafından TTB Disiplin Yönetmeliği uyarınca resen soruşturma başlatılacaktır. Söz konusu suçlar bu yönetmelik uyarınca meslekten men cezası gerektirmektedir. Gereği yapılacaktır.

Burada dikkat çeken en önemli husus bu bebeklerin çoğunun soruşturmanın başlamasından sonra yaşamını yitirmesi ve soruşturma sırasında yapılan teknik takiple elde edilen delillerle soruşturmaya dâhil edilmesidir. Bu husus söz konusu tarihten önceki sürede bu yenidoğan ünitelerinde yeterli denetimin yapılmadığını düşündürmektedir.

Yenidoğan Ünitelerini Suç Örgütleri İşletilmiştir

Bu durum görünürde Özel Hastane Yönetmeliği’ne aykırı olsa bile, dosyadaki deliller bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Danışmanlık hizmeti şeklinde yapılan sözleşmelerle muvazaalı şekilde bu üniteler suç örgütü tarafından işletilmiştir.

Danışmanlık hizmeti vb. yan sözleşmelerle hastanelerin asli görevlerinin taşeron yapılar tarafından işletilmesi engellenmelidir. Aynı zamanda özel hastanelerde hekimlerin şirket kurarak çalıştırılması uygulanmasına son verilmelidir.

SGK Zarara Uğratıldı

SGK Sağlık Uygulama Tebliği çerçevesinde yoğun bakım basamaklarına göre gün başına ödeme yapmaktadır. İddianameye göre söz konusu hastanelerde hasta basamakları olduğundan yüksek gösterilmiş, bazı hastaların yatış süresi uzatılmıştır.

112 Sisteminin Rolü

112 Kontrol Komuta Merkezi’nin sahip olduğu otomasyon sistemi tüm hastanelerin yatak durumunu -kaç tanesi boş, kaç tanesi dolu- anlık görmekte; ihtiyaç halinde yakınlık, yoğun bakım olanakları gibi kriterleri göz önüne alarak söz konusu merkezdeki doktor ile görüşülerek hastaların uygun sağlık hizmeti alacakları hastaneye transferi sağlanmaktadır.

Burada önemli nokta 112 Kontrol Komuta Merkezi’nin hastayı yönlendirme kararının kesin karar şeklinde olmasıdır. Hastaların suç örgütü tarafından onların istediği hastanelere maddi kazanç sağlayacak şekilde sevk edildikleri anlaşılmaktadır.

Sağlık Sisteminin En Zayıf Halkası: Yoğun Bakımlar

“2023 yılı verilerine göre Sağlık Bakanlığının 4.907 (Yüzde 35), üniversitelerin 1.606 (Yüzde 11), özel hastanelerin 7.144 (Yüzde 52) olmak üzere toplam 13.657 yenidoğan yoğun bakım yatağı vardır. Kamuya ait yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı artırılmalı, özel hastanelerden hizmet alımına son verilmelidir”

Yenidoğan dönemi (yaşamın ilk 28 günü) sağlığın en kırılgan olduğu dönemdir. Bebek ölümlerinin yarısından çoğu bu dönemde gerçekleşmektedir. Türkiye’de bebek ölüm hızı 2023 yılında 1.000 canlı doğumda 9,8, (2022 yılında 9,2) neonatal ölüm hızı 6,0 ve beş yaş altı ölüm hızı 14,0 olarak gerçekleşmiştir.

2023 yılı verilerine göre Sağlık Bakanlığının 4.907 (%35), üniversitelerin 1.606 (%11), özel hastanelerin 7.144 (%52) olmak üzere toplam 13.657 yenidoğan yoğun bakım yatağı vardır.

Sağlık Bakanlığının Yataklı Sağlık Tesislerinde Yoğun Bakım Servislerinde Sağlık Hizmetlerinin Uygulama Usul ve Esasları Tebliği’ne göre; birinci, ikinci ve üçüncü basamak yeni doğan yoğun bakım servislerinde neonataloji (yenidoğan yan dal) uzmanı tabip bulmaması durumunda, tercihen yenidoğan yoğun bakım konusunda deneyimli olan bir çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı görevlendirilir. Dördüncü düzey yenidoğan yoğun bakım servisinde ise neonataloji uzmanı bir tabibin görevlendirilmesi zorunludur. Bir özel sağlık kuruluşunda tam zamanlı çalışan bir uzman hekim ek olarak iki ayrı yerde daha yarı zamanlı çalışabilmektedir.

Suiistimale açık olan bu düzenlemenin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Kamuya ait yenidoğan yoğun bakım yatak sayısı artırılmalı, özel hastanelerden hizmet alımına son verilmelidir.

Ruhsatı İptal Edilen hastaneler Kamuya Devredilmeli

İddianamede malen sorumlu olarak belirtilen hastanelerin faaliyetlerinin durdurulması sonucu olayla hiçbir ilişkisi bulunmayan yüzlerce hekim, binlerce sağlık çalışanı bir gecede işsiz kalmış, buralarda hizmet alan hastalar mağdur edilmiştir. Bu hastaneler öncelikle kamu denetiminde yeniden faaliyete geçirilmeli, ardından kamuya devredilmeli, ailelerin ve üçüncü kişilerin uğradığı maddi zarar hastanelerin kamulaştırılmasından karşılanmalı ve çalışanların özlük hakları korunarak kamu çalışanı statüsüne alınması sağlanmalıdır.

Denetim Görevi Etkin Şekilde Yapılmadı

İddianamede açıkça görüldüğü gibi özel hastaneleri denetlemekle görevli olan İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü ve Sağlık Bakanlığı bu görevini etkili bir şekilde yerine getirmemiştir. Bunun yanında topluma güven verici bir tutum göstermemiştir. Yurttaşlar günlerdir endişe içinde bu olayı takip etmektedir. Sağlık Bakanı’nı sorumlu davranarak gereğini yapmaya, bir bürokrat olan Sağlık Bakanı’nı o göreve atayan makamı da göreve davet ediyoruz.

Sağlıkta Dönüşüm Programı İflas Etti

Bu olay AKP hükümetleri tarafından 20 yıldan fazla süredir uygulanan ve sağlığı alınır satılır bir meta, hastaneleri ticarethane, hastaları müşteri haline getiren Sağlıkta Dönüşüm Programının iflas etmiş olduğunun göstergesidir. Olayda adı geçen hastanelerin tamamının özel olması tesadüf değildir. Piyasalaşan sağlık hizmetleri içinde bu tür suç yapılanmalarının oluşmasının maddi zemini vardır. Bu nedenle sağlık piyasanın dinamiklerine terk edilmemeli; Sosyal Güvenlik Kurumu özel hastanelerden hizmet satın almaktan vazgeçmelidir. Prim, katkı-katılım payı, fark ücreti, ilave ücret yerine genel bütçeden finanse edilen, kamu eliyle herkese eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir bir sağlık sistemi kurmak için bu ülkenin kaynakları yeterlidir.”

Ne Olmuştu?

Yenidoğan çetesi olarak adlandırılan suç örgütünün, 112 Acil Çağrı Merkezi bazı çalışanlarıyla birlikte yenidoğan bebekleri, anlaşmalı özel hastanelerin yenidoğan birimlerine sevk ederek yatışlarını sağladığı ve SGK’den haksız kazanç sağladığı iddiasıyla Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 1399 sayfalık iddianame hazırlandı. İddianamede suç konusu 197 eylem yer alıyor. 10 bebeğin ismi maktul olarak geçiyor.

TBMM’de siyasi parti gruplarının ortak önerisiyle bebek ölümlerinin tüm yönleriyle araştırılması amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu.

Ruhsatı İptal Edilen Özel Hastaneler

Savcılık, 27 Mart 2023 tarihli CİMER ihbarından yaklaşık bir ay sonra soruşturmayı açtı. Olayın basına yansımasının ardından 10 hastanenin (Özel Avcılar Hospital Hastanesi, Özel TRG Hospitalist Hastanesi, Özel Birinci Hastanesi, Özel Güney Hastanesi, Özel Bağcılar Medilife Hastanesi, Özel Beylikdüzü Medilife Hastanesi, Özel Reyap İstanbul Hastanesi, Özel Şafak Hastanesi Bağcılar, Özel Silivri Kolan Hospital Hastanesi ve Çorlu Reyap Hastanesi) çalışma ruhsatı iptal edildi. 22’si tutuklu 47 şüphelinin yargılanacağı davanın ilk duruşma tarihi 18 Kasım 2024 olarak belirlendi.

Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitelerinin %52’si Özel Sektörde

neoo1

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK) Yürütme Kurulu ve 41 tıpta uzmanlık derneğinin yaptığı ortak açıklamada “Şu anda yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin %52’si özel sektörün elinde bulunmaktadır. Kamu üniversitelerine bu konuda yapılan yatırım her geçen gün azalmaktadır” denildi

112 Acil Çağrı Merkezi çalışanı bazı kişilerle ile İstanbul’da faaliyet gösteren bazı özel hastanelerin SGK’yı dolandırmak amacıyla kurduğu yenidoğan çetesine ilişkin Türk Tabipleri Birliği (TTB) Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu (UDEK) Yürütme Kurulu ve 41 tıpta uzmanlık derneği ortak açıklama yaptı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“İstanbul’da çok sayıda bebeğin, aralarında hekimlerin ve sağlık çalışanlarının da olduğu bir çete tarafından, tıbbi gereklilik olmadığı halde anlaşma yapılmış özel hastanelerin yenidoğan yoğun bakım ünitelerine yönlendirildiğine, bu sayede Sosyal Güvenlik Kurumundan (SGK) ve ailelerden haksız gelir elde edildiğine ve daha vahimi bebeklerin bir kısmının yoğun bakım takipleri sırasında hayatını kaybettiğine ilişkin haberleri üzülerek takip etmekteyiz.

Sorumlular En Ağır Şekilde Cezalandırılmalı

Olayla ilgili kamuoyuna yansıyan ayrıntıların hekimlik temel değerleri bir yana, insanlıkla bağdaşmayacak nitelikte olduğu ve sorumluların en ağır şekilde cezalandırılması gerektiği açıktır. Ancak unutulmaması gereken, yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde özveriyle çalışan ve bebeklerin yaşamı için mücadele eden çok sayıda hekimin varlığıdır. Yenidoğan uzmanları ve hemşireleri gecelerini gündüzlerine katarak görev yaparken bu şekilde toptancı bir bakışla suçlanmayı ve hedef gösterilmeyi hak etmemektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programının Yıkıcı Etkileri

Bu olayın düşündürdüğü bir başka konu ise; yıllardır kamuoyunu ve yetkilileri uyardığımız, Sağlıkta Dönüşüm Programı doğrultusunda uygulanan politikaların halkın yararına olmadığını, sağlık sisteminde yıkıcı sonuçları olduğunu ve hekimliğin temel etik değerlerini ortadan kaldırdığını yadsınamaz şekilde ortaya koymuş olmasıdır. Sağlık hizmetini sıradanlaştıran, niteliğe değil niceliğe önem veren, sağlığı piyasa kurallarına teslim eden Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlık sistemimizi ve mesleki ortamımızı çürütmüştür.

Yoğun Bakımın %52’si Özel Sektörde

“Halk sağlığına, hekimlik değerlerine ve sağlık çalışanlarına zarar veren, ülkemiz kaynaklarını boşa harcayan bu politikalardan bir an önce vazgeçilmesini ve denetim başta olmak üzere yaşanan sorunların nedenlerinin titizlikle araştırılmasını istiyor ve herkesi sorumluluklarının gereğini yapmaya davet ediyoruz”

Şu anda yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin %52’si özel sektörün elinde bulunmaktadır. Kamu üniversitelerine bu konuda yapılan yatırım her geçen gün azalmaktadır.

Halk sağlığına, hekimlik değerlerine ve sağlık çalışanlarına zarar veren, ülkemiz kaynaklarını boşa harcayan bu politikalardan bir an önce vaz geçilmesini ve denetim başta olmak üzere yaşanan sorunların nedenlerinin titizlikle araştırılmasını istiyor ve herkesi sorumluluklarının gereğini yapmaya davet ediyoruz.

41 Tıpta Uzmanlık Derneği

Açıklamaya imza veren 41 tıpta uzmanlık derneği şöyle: Acil El Cerrahisi ve Mikrocerrahi Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Akademik Geriatri Derneği, Çocuk Alerji İmmünoloji ve Astım Derneği, Çocuk Romatoloji Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlık Derneği, Patoloji Dernekleri Federasyonu, Rejyonal Anestezi Derneği, Sualtı ve Hiperbarik Tıp Derneği, Tıp Eğitimini Geliştirme Derneği, Türk Algoloji – Ağrı Derneği, Türk Anatomi ve Klinik Anatomi Derneği, Türk Anestezi ve Reanimasyon Derneği, Türk Biyokimya Derneği, Türk Cerrahi Derneği, Türk Çocuk Acil Tıp ve Yoğun Bakım Derneği, Türk Çocuk Ürolojisi Derneği, Türk Farmakoloji Derneği, Türk Fizyolojik Bilimler Derneği, Türk Hematoloji Derneği, Türk Histoloji ve Embriyoloji Derneği, Türk İmmünoloji Derneği, Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği, Türk Nöroradyoloji Derneği, Türk Nöroşirürji Derneği, Türk Oftalmoloji Derneği, Türk Pediatri Kurumu Derneği

Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Derneği, Türk Tıbbi Rehabilitasyon Kurumu Derneği, Türk Toraks Derneği, Türk Yoğun Bakım Derneği, Türkiye Acil Tıp Derneği, Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği, Türkiye Biyoetik Derneği, Türkiye Çocuk Cerrahisi Derneği

Türkiye Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Derneği, Türkiye Milli Pediatri Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği ve Türkiye Ulusal Allerji ve Klinik İmmünoloji Derneği.

Meme Taraması Beklenen Seviyenin Gerisinde

ale

“Meme kanseri tedavileri erken başlandığında ve tamamlandığında daha etkilidir ve daha iyi tolere edilir. Tarama düzeylerinde gelinen nokta hala umulanın gerisindedir. Bu nedenle tarama programlarının hayat kurtarıcı olduğu unutulmamalı ve kullanımı artırılarak yaygınlaştırılmalıdır”

Ekim ayının Meme Kanseri Farkındalık Ayı olması dolayısıyla, HASUDER Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Üreme Sağlığı Çalışma Grubu tarafından hazırlanan kamuoyu bildirisinde, meme kanserine ilişkin şu bilgiler verildi:
“Meme kanseri hem dünyada hem de ülkemizde kadınlarda en sık görülen ve en fazla ölümle sonuçlanan kanser türüdür. Her yaşta kadında görülebilen bu hastalığın riski, özellikle ileri yaşlarda artmaktadır. 2022 yılında dünya genelinde 2,3 milyon yeni meme kanseri vakası teşhis edilmiştir ve yaklaşık 665.000 kişi meme kanseri nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Meme kanseri vakalarının önemli bir kısmı orta ve düşük gelirli ülkelerde görülmekte ve bu ülkelerdeki kadınlar, hastalıkla ilgili bilgiye ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluklar yaşamaktadır. Ülkemizde de 2018 verilerine göre kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin insidansı yüz binde 48,6’dır. Vakaların yaklaşık %48,2’si erken evrede teşhis edilmiştir.

“Meme kanseri vakalarının önemli bir kısmı orta ve düşük gelirli ülkelerde görülmekte ve bu ülkelerdeki kadınlar, hastalıkla ilgili bilgiye ve sağlık hizmetlerine erişimde zorluklar yaşamaktadır. Ülkemizde de 2018 verilerine göre kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinin insidansı yüz binde 48,6’dır. Vakaların yaklaşık %48,2’si erken evrede teşhis edilmiştir”

Ekim Ayı ‘Meme Kanseri Farkındalık Ayı’

Ekim ayında ‘Meme Kanseri Farkındalık Ayı’ olarak dünya genelinde, Pembe Kurdele teması kullanılarak meme kanserini tanıma, tarama ve önlemeye teşvik amacıyla çeşitli bilinçlendirme çalışmaları düzenlenir. 

Meme kanserlerinin yaklaşık %99’u kadınlarda, %0,5-1’i ise erkeklerde görülür. Meme kanseri sadece genetik etmenlere bağlı değildir. İşyerlerinde bazı kimyasalların, radyoaktif maddelere ve radyasyona maruz kalmanın ve gece çalışma gibi çalışma biçimlerinin meme kanser riskini arttırdığı bilinmektedir. Bunun dışında yoğun meme dokusu, erken adet görme, geç menopoz gibi değiştirilemez risk etmenlerinin yanında hareketsiz yaşam, obezite, sigara, alkol gibi değiştirilebilir risk etmenleri mevcuttur.

Meme Kanserinden Korunma Yöntemleri

“Tarama ile erken evrede saptanabilen meme kanseri olgularının sağ kalım oranları %90 ve üzerinde artmaktadır. Ayrıca kişinin yaşam kalitesine olumlu katkısı ve tedavi maliyetlerini azaltması da tarama programlarının diğer önemli katkılarıdır”

Meme kanseri birçok vakada erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir bir hastalıktır. Meme kanserinden korunmada önemli korunma yöntemlerinden biri de taramadır.  Tarama ile erken evrede saptanabilen meme kanseri olgularının sağ kalım oranları %90 ve üzerinde artmaktadır. Ayrıca kişinin yaşam kalitesine olumlu katkısı ve tedavi maliyetlerini azaltması da tarama programlarının diğer önemli katkılarıdır.

Kendi Kendine Meme Muayenesi

Erken tanının hayat kurtarıcı olması nedeniyle ülkemizde ücretsiz tarama programları bulunmaktadır.

Aile hekimliklerinde; ayda bir kendi kendine meme muayenesi (KKMM) uygulaması için kişiye danışmanlık verilmesi ve yılda bir klinik meme muayenesi ile birlikte 2 yılda bir olmak üzere 40-69 yaş arası kadınlara mamografi çekimi yapılmalıdır.

Kendi kendine meme muayenesi 20 yaşının üzerinde her kadına önerilmektedir. Önce ayna karşısında her iki meme anormal bir görünüm (asimetri, kızarıklık, renk değişikliği, meme başında çökme vb.) açısından kontrol edilir, ardından elle muayeneye geçilir. Bu şekilde bireyin kendi meme dokusunu tanıyarak, değişiklikleri daha kolay fark edebilmesi sağlanır.

Tüm illerimizde Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri (KETEM), Aile Sağlığı Merkezleri, İlçe Sağlık Müdürlükleri/Toplum Sağlığı Merkezleri ve Sağlıklı Hayat Merkezleri’nde danışmanlık ve bilgilendirme çalışmaları yürütülmektedir.

Taramalar Ücretsiz  

Taramalar ücretsiz bir şekilde yapılmaktadır. Taramaya uygun kadınlar ilde tarama merkezlerine, tarama sonucu şüpheli bulunanlar ise ileri teşhis merkezleri olarak belirlenen hastanelere yönlendirilerek uzman kontrolünden geçmesi sağlanmaktadır.

Meme kanseri tedavileri erken başlandığında ve tamamlandığında daha etkilidir ve daha iyi tolere edilir. Tarama düzeylerinde gelinen nokta hala umulanın gerisindedir. Bu nedenle tarama programlarının hayat kurtarıcı olduğu unutulmamalı ve kullanımı artırılarak yaygınlaştırılmalıdır.”

Sağlık Bakanlığında Prof. Dr. Kemal Memişoğlu Dönemi Başladı

webdevirteslimjpg

Sağlık Bakanlığı görevine getirilen Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, 2 Temmuz 2024 günü Bakanlıkta düzenlenen törenle görevi Dr. Fahrettin Koca’dan devraldı. Devir teslim töreninde konuşan Sağlık Bakanı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, Türkiye’nin sağlık hizmetlerinde dünyanın sayılı ülkeleri arasında yer aldığını belirterek, “Sağlık hizmetlerinde olduğu gibi, sağlık bilgisi ve teknolojisi üreten lider ülke hedefine ilerleyeceğiz” dedi.

Sağlık Bakanlığı görevini Fahrettin Koca’dan devralan Bakan Memişoğlu, Türkiye’nin 22 senede sağlıkta devrim niteliğinde gelişmeler yaşadığına dikkat çekerek, bu başarılı yolculukta devraldığı bayrağı daha ileriye taşımak için gece gündüz çalışacağını ifade etti. 

Hasta ve Çalışan Memnuniyetini Geliştireceğiz

Bakan Memişoğlu, Türkiye’nin güçlü sağlık sistemiyle sayılı ülkeler arasında yer aldığını belirterek,  pandemi karşısında çoğu gelişmiş ülke başarısız olmuşken, Türkiye’nin son derece başarılı bir süreç yönettiğini hatırlattı.  Sağlık turizmi göstergelerinin de Türkiye’nin sağlık hizmetlerinde küresel potansiyelini ortaya koyduğunu ifade eden Memişoğlu, önümüzdeki süreçte bilgi ve teknoloji üretiminde de Türkiye’yi liderlik hedeflerine taşımak için gayret göstereceklerini kaydetti.

saglık bakanı kemal memisoglu

Bakan Kemal Memişoğlu, hasta ve çalışan memnuniyetini daha da geliştirecek çalışmalar ile koruyucu ve temel sağlık hizmetlerini güçlendirecek politikaların öncelikleri arasında yer aldığını belirtti.

Sağlık Bakanı Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, görevi devralmasının hemen ardından ilk ziyaretini deprem bölgesi Kahramanmaraş’a yaptı. Memişoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“Deprem bölgesindeki diğer yapılarda olduğu gibi Kahramanmaraş’taki sağlık tesislerimiz de ağır hasar aldı. Aktif olarak inşaatı devam eden beş hastanemiz var. Bu hastanelerimizin inşaatlarını bu yılın sonunda insanlarımızın hizmetine sunacak şekilde yürütüyoruz. Yeni fiziki yapılarıyla büyük bir hızla yapımı süren hastanelerimizi yakın zamanda sağlık sistemimize kazandıracağımızı özellikle belirtmek istiyorum. Kahramanmaraş’ta deprem öncesindeki sağlık sunumunda yer alan yatak kapasitemize 2024 yıl sonu itibarıyla ulaşmış olacağız. Şehir Hastanesi ile ilgili süreç de artık ihale aşamasında, inşallah önümüzdeki günlerde yapımına başlayacağız.

Fedakâr sağlık çalışanlarımız şu anda zorlu fiziki şartlarda çalışıyor, sağlık hizmeti sunumunu eksiksiz biçimde yürütmek için yoğun çaba gösteriyor. Huzurlarınızda tüm sağlık çalışanlarımıza şükranlarımı sunuyorum. Modern tesisler ve uygun fiziki şartlar ile Kahramanmaraş’taki sağlık hizmetlerini sürdürülebilir hâle getireceğiz.”

“Birinci Basamak Sağlık Hizmetlerini Güçlendireceğiz”

“Bizler, sağlık hizmet sunucuları olarak; insanları iyileştirmeye veya hastalıktan nasıl korunacaklarını öğretmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki süreçte, dünyada yalnızca sağlık hizmetlerini en iyi sunan değil, aynı zamanda teknolojisini ve bilimini de üreten bir ülke olmak istiyoruz. Daha fazla çalışıp çok daha iyisini yapacağız ve birinci basamak sağlık hizmetlerini güçlendireceğiz.”

İleri Evre Kanserde Yeni Gelişme

pfizer logo

Pfizer’ın Beş Yıllık LORVIQUA® (lorlatinib) Takip Verileri, ALK-Pozitif İleri Evre Kanserde Progresyonsuz Sağkalımda Uzama Olduğunu Gösteriyor1

Güncellenmiş bulgular, XALKORI® (krizotinib) ile karşılaştırıldığında progresyon veya ölüm riskinde %81 azalma beyin metastazları ilerleme riskini %94 azalttığını işaret ediyor. 1

Pfizer, daha önce tedavi almamış anaplastik lenfoma kinaz (ALK)-pozitif ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) hastalarında LORVIQUA®’nın XALKORI® ile karşılaştırmalı olarak değerlendirildiği Faz 3 CROWN çalışmasının uzun süreli takip bulgularını açıkladı.1

Ortalama beş yıllık takip sonrasında araştırmacı değerlendirmesine dayalı ortalama progresyonsuz sağkalıma (PFS) LORVIQUA® ile ulaşılamamıştır. 0,19 (%95 Güven Aralığı [GA], 0,13-0,27) gözlenen Tehlike Oranı (HR), XALKORI® ile karşılaştırıldığında hastalık progresyonu veya ölüm oranında %81’lik bir azalmayı temsil etmektedir. Ayrıca, LORVIQUA® ile tedavi edilen hastaların %60’ı (%95 GA, 51-68), XALKORI® tedavi kolundaki %8’e (%95 GA, 3-14) kıyasla beş yıl sonra hastalık progresyonu olmadan hayatta kalmıştır. 2024 Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (ASCO) Yıllık Toplantısı’nda açıklanan bu veriler eş zamanlı olarak Journal of Clinical Oncology’de yayınlandı.1

Pfizer Onkoloji Bölümü Geliştirme Sorumlusu Başkanı Dr. Roger Dansey “CROWN çalışmasından elde edilen bu sonuçlar, LORVIQUA® kullanan hastaların çoğunun hastalık ilerlemesi olmadan beş yıldan fazla yaşaması nedeniyle benzeri görülmemiş bir durumdur.” diye belirttikten sonra “Bu bulgular Pfizer’in hastalar için bilimsel atılımlarda bulunma ve geliştirme konusunda uzun süreli kararlılığının mükemmel bir örneğini oluşturmakla birlikte, LORVIQUA®’yı ALK-pozitif ileri evre KHDAK hastalarının birinci sıra tedavisinde standart tedavi olarak desteklemektedir.” açıklamasında bulundu.2

Akciğer kanseri, tüm dünyada kanserle ilişkili ölümler arasında birinci sırada yer almaktadır.3 KHDAK (Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri), akciğer kanserlerinin yaklaşık %80-85’ini oluştururken,4 KHDAK olgularının yaklaşık %3-5’inde ALK-pozitif tümörler gözleniyor.5 ALK-pozitif ileri evre KHDAK hastalarının yaklaşık %30’unda ilk tanı sırasında beyin metastazları görülebiliyor.6 LORBRENA®, Pfizer tarafından diğer ALK inhibitörlerine karşı direnç oluşturan tümör mutasyonlarını engelleyecek ve kan beyin bariyerini geçecek şekilde tasarlanmış ve geliştirilmiş bir üründür.1

Peter MacCallum Kanser Merkezi Tıbbi Onkoloji Bölümü ve CROWN çalışmasının Baş Araştırmacısı Prof. Dr. Benjamin Solomon konuyla ilgili “ALK-pozitif ileri evre KHDAK tipik olarak agresiftir ve genellikle hayatlarının baharındaki genç insanları etkiliyor.” yorumunu yaptı. Prof. Dr. Benjamin Solomon “Bu güncellenmiş analiz, LORVIQUA®‘nın hastaların hastalık ilerlemesi olmadan daha uzun yaşamalarına yardımcı olduğunu, hastaların çoğunun beş yıldan fazla bir süre boyunca sürekli fayda gördüğünü ve neredeyse tüm hastaların beyindeki hastalığın ilerlemesinden korunduğunu göstermektedir. ALK-pozitif KHDAK hastalarına ait sonuçlarda elde edilen bu iyileşmeler akciğer kanserinde önemli bir ilerleme olarak görülüyor.” değerlendirmesinde bulundu.2

Bu güncellenmiş analizde, LORVIQUA® intrakraniyal (İK) progresyon gelişme riskinde %94 azalma göstermiştir (HR, 0.06; %95 GA, 0,03-0,12). İK progresyonuna kadar geçen medyan süreye LORVIQUA® ile ulaşılamamış (%95 GA, NR-NR) ve XALKORI® ile 16,4 ay (%95 GA,12,7-21,9) olmuştur. Başlangıçta beyin metastazı olmayan ve LORVIQUA® alan 114 hastanın sadece 4’ünde tedavinin ilk 16 ayı içinde beyin metastazı gelişirken, XALKORI® alan 109 hastanın 39’unda bu durum görülmemiştir. Analiz sırasında, XALKORI® alan hastaların %5’ine kıyasla CROWN çalışmasındaki hastaların %50’si hala LORVIQUA® almaktaydı.1

Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan ALK Positive’in Araştırma ve Klinik İlişkiler Direktörü Dr. Kenneth Culver ise “ALK-pozitif ileri evre KHDAK tüm KHDAK olgularının sadece ~ %5’ini oluşturmasına rağmen, bu yüzde tüm dünyada her yıl tanı konan 72.000 kişiye denk geliyor. CROWN çalışmasının bu bulguları, ALK-pozitif akciğer kanserinde hedefe yönelik tedavi için birinci sıra ortamında önemli ilerlemeleri sembolize etmekte olup, hasta topluluğu açısından çok önemli bir gelişme olarak değerlendiriliyor.” dedi.2

Beş yıllık takipte LORVIQUA®’nin güvenlilik profilleri önceki bulgularla tutarlılık göstermiş olup, LORVIQUA® için herhangi bir yeni güvenlilik sinyali bildirilmedi. Bu analizde LORVIQUA® ile tedavi edilen hastalarda bildirilen ve en sık rastlanan (%[≥20]) advers olaylar (AO’lar), CROWN çalışmasının 2020 analizi ile tutarlılık göstermiştir; bunlar ödem, kilo artışı, periferik nöropati, bilişsel etkiler, duygudurum üzerindeki etkiler, ishal, dispne, artralji, hipertansiyon, baş ağrısı, öksürük, pireksi, hiperkolesterolemi ve hipergliseridemiyi içeriyor. LORVIQUA® alan hastaların %77’inde, XALKORI® alan hastalarınsa %57’sinde Derece 3/4 AO gözlenmiştir. Tedaviyle ilişkili AO’lar LORVIQUA® ve XALKORI® gruplarındaki hastaların sırasıyla %5 ve %6’sında tedavinin kalıcı olarak sonlandırılmasına neden olmuştur. 1,7

CROWN Çalışması hakkında

CROWN çalışması, daha önce tedavi almamış ALK-pozitif ileri evre KHDAK bulunan 296 bireyin LORVIQUA® monoterapisi (n=149) veya XALKORI® monoterapisi (n=147) alacak şekilde 1:1 randomize edildiği randomize, açık etiketli, paralel 2-gruplu bir Faz 3 çalışmasıdır. CROWN çalışmasının birincil sonlanım noktası, Körlenmiş Bağımsız Merkezi İncelemeye (KBMİ) dayalı PFS’dir. İkincil sonlanım noktalarını araştırmacının değerlendirmesine dayalı PFS, genel sağkalım (OS), objektif yanıt oranı (ORR), intrakranyal objektif yanıt (IOR) ve güvenlilik oluşturmuştur. Üç yıllık takip sonrasında ortalama PFS’ye ulaşılamadığı dikkate alındığında, bu çalışmadaki araştırmacı tümör değerlendirmesine dayalı uzun dönemli sonuçları klinik açıdan anlamlı bir dönüm noktası olan beş yıllık takipte daha ayrıntılı ölçmek amacıyla planlanmamış bir post hoc analiz gerçekleştirilmiştir.2

Referanslar:

  1. Benjamin J. Solomon et al. J Clin Oncol 00:1-10. DOI: 10.1200/JCO.24.00581.
  2. Pfizer press release. Pfizer’s LORBRENA® CROWN Study Shows Majority of Patients with ALK-Positive Advanced Lung Cancer Living Beyond Five Years Without Disease Progression. https://www.pfizer.com/news/press-release/press-release-detail/pfizers-lorbrenar-crown-study-shows-majority-patients-alk (Son erişim tarihi: 05.06.2024)
  3. Bray F, et al. CA Cancer J Clin. 2024 May-Jun;74(3):229-263. doi: 10.3322/caac.21834.
  4. American Cancer Society. What is lung cancer? https://www.cancer.org/cancer/lung-cancer/about/what-is.html. (Son erişim tarihi: 05.06.2024)
  5. Garber K. J Natl Cancer Inst. 2010; 102:672-675. doi: 10.1093/jnci/djq184.
  6. Ceddia S, Codacci-Pisanelli G. Crit Rev Oncol Hematol. 2021 Sep:165:103400. doi: 10.1016/j.critrevonc.2021.103400.
  7. Shaw AT, et al. N Engl J Med 383:2018-2029, 2020. doi: 10.1056/NEJMoa2027187.

▼Bu ilaç ek izlemeye tabidir. Bu üçgen yeni güvenlilik bilgisinin hızlı olarak belirlenmesini sağlayacaktır.

Sağlık mesleği mensuplarının şüpheli advers reaksiyonları TÜFAM’a bildirmeleri beklenmektedir.

Kısa Ürün Bilgisi Özetine ulaşmak için tıklayınız.
www.pfizer.com.tr
PP-LOR-TUR-0269 (Haziran 2024)

TUS’ta İlk 3 Sırada Tercih Edilen Branş: Nükleer Tıp

toplu

Prof. Dr. M. Fani Bozkurt: “Nükleer tıpta kullanılan radyoaktif maddeler nedeniyle oluşacak maruziyet genellikle çok düşüktür. Bu düzeyde radyasyonun insanda önemli bir hastalık veya radyasyona bağlı ciddi bir hasar oluşturduğuna dair kanıt bulunmamaktadır”

Türkiye Nükleer Tıp Derneği’nin (TNTD) düzenlediği Ulusal Nükleer Tıp Kongresi’nin 36.’sı, 8 – 12 Mayıs 2024 tarihlerinde KKTC’de gerçekleştirildi. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar kongrenin ilk günü yapılan açılış törenine katıldı. Bu yıl “Tanıdan Tedaviye Giden Yol: Nükleer Teranostik” temasıyla Girne’de düzenlenen kongrede, dünya çapındaki nükleer tıp uygulamalarına paralel olarak Türkiye’de tüm güncel nükleer teranostik uygulamalara ağırlık veren bir bilimsel program gerçekleştirildi. Kongre programında 3 Kurs, 37 Oturum, 8 Uydu Sempozyumu ve 9 Çalışma Grubu Toplantısı yoğun ilgiyle tamamlandı. 500’ü aşkın katılımcının takip ettiği kongrede 94 Sözel, 100 E-Poster sunumu yapıldı. 4’ü Yurtdışından olmak üzere 70 Konuşmacı ve Oturum Başkanı bilimsel programda görev aldı.

TNTD Yönetim Kurulu ve Kongre Başkanı Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısında yaptığı konuşmada; Türkiye’de nükleer tıbbın, 1973’te birçok ülkeden daha erken bir zamanda bağımsız tıpta uzmanlık dalı olarak kabul edildiğine dikkat çekti.

adaa7708

Teknoloji ile Birlikte Nükleer Tıp da Gelişiyor

Hastalıkların tanı ve tedavisinde radyoaktif maddelerin kullanıldığı bir tıp branşı olan Nükleer Tıbbın, son yıllarda klinik kullanıma giren pek çok yeni radyoaktif hedefleyici, moleküler tanı ve hedefe yönelik tedavi uygulamaları, ileri teknolojiye sahip hibrit görüntüleme cihazları ve bilimsel üretkenliği ile önemli bir mesafe kaydetmiş ve geleceğin tıbbı için çok önemli bir tıp dalı olduğunu ortaya koymuş olduğunu belirten Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, “Nükleer tıpta radyoaktif maddeler veya bununla hazırlanan bazı özel kimyasal bileşikler vücuda verilerek hedeflenmiş olan organ ve sisteme ait görüntüler elde edilmekte ve bu yolla birçok organ ve sistemin işlevi tıbbi görüntülemeler üzerinden değerlendirilmektedir. Nükleer tıp tetkiklerinden hastalıkların tanısı, ilerleme süreçleri ve tedaviye yanıtlarının değerlendirilmesinde faydalanılmaktadır. Hastalıkların tanı ve tedavisinde her geçen gün artan oranda uygulama alanı bulmakta, başka hiçbir yöntemle sağlanamayacak bilgilerin elde edilmesini mümkün kılarak, özellikle kanser başta olmak üzere pek çok hastalıkta hedefe yönelik tanı ve tedavi olanağı sunmaktadır.” dedi.

murat fani bozkurt

Türkiye’de İlk Nükleer Teranostik Uygulamanın 70. Yılı

Nükleer Tıpta teranostik yaklaşımın, belli bir hastalığa hedeflenmiş radyoaktif maddeler kullanılarak ilk önce tanısal görüntüleme yapılması ve bu görüntüleme ile hastalıklı bölgelerin tespit edilmesi halinde aynı hedef yol kullanılarak tedavi edici radyoaktif maddeler verilmesi suretiyle “vücut içerisinden” ve “hedefe yönelik” radyasyon tedavisi yapılması şeklinde tanımlanabildiğini ifade eden Prof. Dr. Bozkurt, sözlerine şöyle devam etti:

“Dünyada ilk kez tiroid kanserlerinde ve tiroidin aşırı hormon salgılama bozukluğu olan hipertiroidizm tedavisinde kullanılmış olan radyoaktif iyot tedavisi, nükleer tıp alanında teranostik yaklaşımın ilk örneği olmuştur. Başarılı sonuçlar elde edilen ilk uygulamalardan kısa bir süre sonra radyoaktif iyot tedavisi ülkemizde de ilk olarak Prof. Dr. Suphi Artunkal tarafından 1954 yılında uygulanmıştır. Dolayısıyla, içerisinde bulunduğumuz 2024 yılı Türkiye’de ilk nükleer teranostik uygulamanın 70. yılıdır. İlk uygulamalardan kısa bir süre sonra 18 Nisan 1973 tarihinde Türkiye’de nükleer tıp, pek çok ülkeden çok daha erken bir zamanda bağımsız bir tıpta uzmanlık dalı olarak resmi şekilde kabul edilmiş ve bu alanda uzmanlaşacak hekimler yetişmeye başlamıştır. Bilimsel ve teknolojik gelişmelere çok açık bir tıp branşı olan nükleer tıp alanında, özellikle son 20 yılda tanıdan tedaviye giden yol olan ‘nükleer teranostik yaklaşım’ çerçevesinde pek çok farklı hastalıkta günlük uygulamaya giren tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilmiştir. Nükleer tıp alanında ilk tedavi uygulamaları arasında olan tiroid kanserleri, hipertiroidizm, genellikle çocukluk çağında görülen nöroblastom ve feokromasitoma gibi tümörlerin tanı ve tedavisine ek olarak son yıllarda özellikle ilerlemiş prostat kanseri ve nöroendokrin tümör tanılı hastaların hem tanı hem de tedavilerinde hedefe yönelik nükleer teranostik yaklaşımlar hastaların tanı ve tedavi şemalarında yerlerini almıştır.”

Prof. Dr. M. Fani Bozkurt: “Kullanılan radyoizotopların fiziksel yarı ömrü ve vücutta biyolojik yollarla atılması sonucunda vücudumuz radyoaktiviteden kısa sürede arınmaktadır. Hastanın aldığı radyasyon miktarı tanı amacıyla çekilen pek çok radyolojik tetkikten daha az veya benzer düzeydedir”

Güvenli ve Etkili Tedavi Olan Radyasyondan Korkmayın

Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, nükleer tıp hekimlerinin önemli sorumluluk alanlarından birisinin de toplumu radyasyon ve radyasyon hasarı konularında bilinçlendirmek ve gerekçelendirilmiş nedenler dışında radyasyon uygulamalarından kaçınmak olduğuna dikkat çekerek, “Nükleer tıpta kullanılan radyoaktif maddeler nedeniyle oluşacak maruziyet genellikle çok düşüktür. Bu düzeyde radyasyonun insanda önemli bir hastalık veya radyasyona bağlı ciddi bir hasar oluşturduğuna dair kanıt bulunmamaktadır. Kullanılan radyoizotopların fiziksel yarı ömrü ve vücutta biyolojik yollarla atılması sonucunda vücudumuz radyoaktiviteden kısa sürede arınmaktadır. Hastanın aldığı radyasyon miktarı tanı amacıyla çekilen pek çok radyolojik tetkikten daha az veya benzer düzeydedir. Bununla birlikte elbette gereksiz şekilde radyasyona maruz kalınmaması hem de hamile veya çocuk gibi, organ ve dokuları gelişme döneminde olan ve radyasyondan etkilenme olasılığı daha yüksek olan özel grupların tanısal incelemeleri hassasiyet gerektirmektedir. Radyasyon güvenliği olarak isimlendirilen ve ülkemizde özellikle Nükleer Düzenleme Kurulu (NDK) mevzuatına bağlı olarak yasal zorunluluğu bulunan bazı özel tedbirlerin alınması, belli tetkik ve tedavi uygulamalarında özel hazırlık ve işlemlerin yapılması nükleer tıp hekimlerinin yetki ve sorumluluğunda gerçekleşmektedir” diye belirtti.

Genç Hekimlerin Gözdesi: Nükleer Tıp

Prof. Dr. M. Fani Bozkurt: “Tanı ve tedavi amaçlı kullanılan radyoaktif maddelerin izin ve ruhsat süreçlerin hızlandırılması, yeni tanı ve tedavi uygulamaların Bakanlık nezdinde tanımlarının yapılması ve uygun şartlar sağlandığında geri ödeme kapsamına gecikme olmadan dahil edilmesini talep ediyoruz”

Prof. Dr. M. Fani Bozkurt, nükleer tıp branşının, son yıllarda hızla gelişen teranostik yaklaşımlarla da birlikte, genç hekimler arasında büyük ilgi gördüğüne dikkat çekerek, “Nükleer tıbbın özellikle tedaviye yönelik sağladığı bu hızlı gelişmeler tıpta uzmanlık sınavı tercihlerinde genç hekimlerin uzmanlık branşı olarak Nükleer tıp branşına yönelmelerini artırmış ve buna bağlı olarak nükleer tıp tıpta uzmanlık sınavında son yıllarda ilk 3 sırada tercih edilen uzmanlık alanları arasına girme başarısı göstermiştir. Halen ülkemizde üniversite hastanelerinde, Sağlık Bakanlığı bünyesinde hizmet veren eğitim ve araştırma hastanelerinde, birçok özel hastane ve tanı merkezlerinde hizmet veren nükleer tıp bölümlerinde hemen her organ sistemiyle ilgili hastalıklarda fonksiyon (işlev) görüntülemesi yapılmaktadır. Bu merkezlerde yapılan tanısal tetkikler tiroid, kemik, kalp, böbrek ve diğer birçok organın ve hastalığın sintigrafik görüntülenmesi olup aynı zamanda radyonüklid tedavi uygulama alt yapısı ve gerekli izinlere sahip merkezlerde nükleer tıp alanı ile ilgili tedavi uygulamaları da yapılmaktadır. Nükleer tıp alanında dünya standartlarında pek çok tanı ve tedavi hizmetinin yaygın şekilde uygulanmakta olduğu Türkiye’de, pek çok ülkeye nasip olmayan şekilde 50 yıllık köklü bir nükleer tıp eğitiminin mevcudiyeti nükleer tıp alanında özellikle yeni teranostik uygulamalara kolaylıkla uyum sağlanması ve hastalarımızın bu uygulamalardan faydalanmasını sağlamaktadır. Bu başarıda kuşkusuz nükleer tıp alanında sadece ülkemiz sınırlarında değil uluslararası platformda da radyoaktif madde üretim ve tedariği konusunda söz sahibi olan yerli endüstrinin de payı büyüktür. Bu hızlı gelişmelere paralel olarak tanı ve tedavi amaçlı kullanılan radyoaktif maddelerin izin ve ruhsat süreçlerin hizmet beklentisine uygun şekilde hızlandırılması, yeni tanı ve tedavi uygulamaların Bakanlık nezdinde tanımlarının yapılması ve uygun şartlar sağlandığında geri ödeme kapsamına gecikme olmadan dahil edilmesi bu konuda Sağlık Bakanlığı ve SGK başta olmak üzere ilgili birimlerle çalışmaları devam eden Derneğimizin en büyük beklentilerini oluşturmaktadır.” dedi.

Türkiye’nin Sağlık Okuryazarlığı Araştırması Neler Söylüyor?

ertancömert nesrinkalaybozpınar canÇevikol

Türkiye’nin Sağlık Okuryazarlığı Araştırmasına göre bireylerin öncelikli sağlık merkezi tercihi devlet hastanesinden yana. Yüzde 55’lik kesimin ilk tercihi devlet hastanesi, bunu yüzde 25 ile özel hastaneler izledi

Siemens Healthineers Türkiye, ülkemizdeki sağlık farkındalığını ölçen ikinci ‘Sağlık Okuryazarlığı Araştırma Raporu’nu yayımladı. Bireylerin sağlık algısını, alışkanlıklarını ve farkındalıklarını ortaya koyan rapora göre Türkiye’de sağlıklı olduğunu düşünen vatandaşların oranı, bir önceki araştırmaya göre yedi puan gerileyerek yüzde 64’e indi. Tıbbi teknoloji şirketi Siemens Healthineers Türkiye, ülkemizdeki sağlık farkındalığına dair çarpıcı veriler ortaya koyan ‘Sağlık Okuryazarlığı Araştırması’nın ikincisini gerçekleştirdi. 2022’deki ilk araştırma gibi yine Method Research Company ile gerçekleştirilen yeni araştırma, bireylerin hastane tercihi, yaşam tarzı, hastalıklar, koruyucu sağlık hizmetleri kullanımı, sağlık bilgisine erişim ve gelecek beklentileri hakkındaki görüşlerini ortaya koyuyor.

Türkiye’nin çeşitli illerinde yaşayan, farklı demografik özelliklere sahip, 18-65 yaş arasındaki 400’den fazla kadın ve erkek ile yüz yüze yapılan görüşmelerden elde edilen araştırma sonuçları, Siemens Healthineers Türkiye Görüntülemeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ertan Cömert ve Türk Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Can Çevikol’un katılımıyla gerçekleştirilen basın toplantısında paylaşıldı.

Toplantıda şirketin sağlık okuryazarlığını artırmayı amaçladığı projelerini tek çatı altında toplayan Bilmende Fayda Var Platformu Kurumsal İletişim Direktörü Nesrin Kalay Bozpınar tarafından tanıtıldı.

‘Sağlıklıyım’ Diyenlerin Oranı Azalıyor

Siemens Healthineers Türkiye Sağlık Okuryazarlığı Raporu’na göre Türkiye’de kendini sağlıklı görenlerin oranı yüzde 64. Bu oran 2022’deki ilk araştırmada yüzde 71 seviyesindeydi. Araştırmaya göre bireylerin öncelikli sağlık merkezi tercihi yine devlet hastanesinden yana. Yüzde 55’lik kesimin ilk tercihi devlet hastanesi, bunu yüzde 25 ile özel hastaneler izledi. Devlet hastanelerinin tercih edilme oranı 2022’deki araştırmada yüzde 61; özel hastanelerin tercih edilme oranı ise yüzde 22 çıkmıştı. Tercih dağılımında üniversite hastanelerinin ve sağlık ocaklarının oranı ise yüzde 10 seviyesinde çıktı.

Kadınların Yüzde 77’si Mamografi Çektirmiyor

Düzenli mamografi kontrolü yaptıranların oranı yüzde 23! 30 yaş üzeri kadınların yüzde 77’si hiç mamografi çektirmediğini belirtti

Araştırma, Türkiye’de halkın koruyucu sağlık hizmetlerinden yeterince faydalanmadığını da ortaya koydu. Araştırmaya göre halkın yüzde 75’i kronik hastalıklarının farkında değil. Farkında olanlar en çok yüksek tansiyon, diyabet, astım ve tiroid/guatr hastalıklarına sahip. ‘Check-up yaptırmıyorum’ diyenlerin oranı yüzde 78 çıkarken, düzenli check up’a gidenlerin kontrollerini ortalama 3,5 yılda bir yaptırdığı belirlendi.

Araştırmada dikkat çeken sonuçlardan biri de mamografi çektirme oranı. 2022’deki araştırmada düzenli mamografi kontrolü yaptıranların oranı yüzde 36 iken; bu yıl bu oran yüzde 23’e geriledi. 30 yaş üzeri kadınların yüzde 77’si hiç mamografi çektirmediğini belirtirken, yüzde 74’ü mamografi çektirmemelerine gerekçe olarak ‘İhtiyaç duymadım’ yanıtını verdi.

Kanserde Erken Tanı ve Tedaviye Engel

Türk Radyoloji Derneği Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Radyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Can Çevikol mamografi oranlarıyla ilgili olarak, “Hem kamuda hem de özel sektörde yıllardır meme kanseri farkındalığına yönelik çalışmalar ve kampanyalar yapılıyor. Bu çalışmalara rağmen yüzde 77’lik kesimin hayatında hiç mamografi çektirmemiş olması, ülkemizdeki en yaygın hastalıklardan meme kanserinde erken tanı ve tedavi için engel teşkil ediyor. Kanser tedavilerinden haberdar olmayanların yüksek oranda olması da dikkat çekici. Bireylerin sağlıkla hayatlarına devam edebilmeleri ve sağlık sistemimizdeki yükün azaltılması için halkımızdaki farkındalığın ve sağlık okuryazarlığı oranının artırılması gerekiyor” dedi.

Nörolojik Hastalıklarda Artış Var

Rapora göre katılımcıların sahip oldukları ya da atlattıkları kalp krizi, metabolik hastalıklar, karaciğer yağlanması gibi hastalıklarda önemli artış görülmedi. Buna karşın nörolojik hastalıkların oranı yüzde yediye yükseldi. Bu oran 2022’deki ilk araştırmada yüzde 3 seviyesindeydi.

Orandaki artış ile ilgili konuşan Prof. Dr. Can Çevikol, “Hem dünyada hem de ülkemizde, son yıllarda özellikle nörovasküler, kardiyovasküler ve kanser hastalıklarında artış gözlemliyoruz. Avrupa’da her iki ölüm nedeninden birisi nörovasküler ve kardiyovasküler hastalıklar. Bu artışı, kişilere özel genetik ve çevresel sebeplerin yanında nüfusun yaşlanmasına bağlayabileceğimiz gibi, düzenli sağlık kontrollerinin yaptırılmamasına ve kişilerin yaşam tarzlarına da bağlayabiliriz. Araştırma sonuçlarından halkımızın check-up yaptırma oranının ve spor alışkanlığının oldukça düşük olduğunu, stres seviyesinin yüksek seyrettiğini, neredeyse yarısının sigara içtiğini ve bu oranların 2022’ye göre artış gösterdiğini görüyoruz. TÜİK verileriyle karşılaştırıldığımızda da çıkan sonuçlar benzerlik gösteriyor. Tüm bu konular özellikle nörovasküler, kardiyovasküler ve kanser hastalıklarının artışında önemli rol oynuyor. Halkımızın sağlık konusundaki farkındalığının düşük olması, erken tanı ve tedavi için büyük engel teşkil ediyor” ifadelerini kullandı.

Gençlerde Kanser Vakaları Artışta

Çevikol, “40 yaş ve üstü kişilerde kanser vakaları son yıllarda düşüş gösterirken, genç nüfusta kansere yakalanma oranı hızla artıyor. Ulusal Kanser Enstitüsü’nün verilerine göre ABD’de 1975-2019 arasında ortaya çıkan kanser vakalarında 15-39 yaş arası hastaların oranı yüzde 35’e kadar yükseldi. Gençlerde en hızlı artan kanser vakaları mide ve bağırsakla ilgili olanlar. BMJ Oncology dergisinde 2023’te yayımlanan ve yaklaşık otuz farklı kanser türünü inceleyen araştırmaya göre de 1990-2019 arasında dünya çapında 50 yaş grubunda kanser oranı neredeyse iki katına çıktı. Özellikle gelişmiş ülkeleri etkileyen bu durum, 50 yaşın altındaki kişilerde kanserden ölümlerin artmasına neden oluyor. Gençlerin bu tür hastalıklara karşı farkındalık kazanması gelecekte sağlıklı bir toplum oluşturulmasında büyük önem arz ediyor” dedi.

Radyolojide Radyasyon Dozu Bilinmiyor

Katılımcıların yüzde 68’i radyoloji hizmetleri ile ilgili bilgileri doktor ve hemşireden, yüzde 34’ü internetten, yüzde beşi ise sosyal medyadan ediniyor

Katılımcıların yüzde 68’i radyoloji hizmetleri ile ilgili bilgileri doktor ve hemşireden, yüzde 34’ü internetten, yüzde beşi ise sosyal medyadan edindiğini belirtti. Tomografide cihaz markasına göre radyasyon dozunun değişiklik gösterdiğini, on kişiden dokuzu bilmiyor. Yüzde 43’lik kesim, doz farkı hakkında bilgilendirildiğinde tercihlerinin değişeceğini belirtti.

Radyoloji Konusunda Bilgimiz Yetersiz

Katılımcıların yüzde 85’i MR cihazlarında radyasyona maruz kaldığını zannediyor ancak MR cihazları tomografi cihazlarının aksine radyasyon kullanmaz. Tomografide ise hastanın maruz kaldığı radyasyon dozu oldukça önemli, ancak halkımız doz konusunda bilgi sahibi değil

Siemens Healthineers Görüntülemeden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ertan Cömert konuya ilişkin yaptığı açıklamada, “Ülkemizde görüntüleme sistemlerinde yapılan çekim sayısı OECD ülkelerine göre yüksek olsa da halkın büyük kısmının radyoloji konusundaki bilgisi yetersiz. Örneğin katılımcıların yüzde 85’i MR cihazlarında radyasyona maruz kaldığını zannediyor, ancak MR cihazları tomografi cihazlarının aksine radyasyon kullanmaz. Tomografide ise hastanın maruz kaldığı radyasyon dozu oldukça önemli, ancak halkımız doz konusunda bilgi sahibi değil. Sağlık Bakanlığı bu anlamda halk sağlığını koruma konusunda oldukça titiz çalışarak, uygulama dozlarının düşük tutulmasını sağlıyor, uygulama dozunu her çekimde hasta başına kayıt altına alıyor ve takip ediyor. Günümüzde yeni nesil, yapay zekâ kullanan cihazlar hem hastalar hem de sağlık profesyonelleri için tüm süreci ciddi ölçüde rahatlatıyor.

Görüntüleme teknolojilerinde düşük radyasyon dozu, yüksek çözünürlük ve hasta konforu odağında cihazlar geliştiriyoruz. Radyoloji alanında düşük dozla kullanım olanağı sunan görüntüleme cihazlarına dünya genelinde erişimi artırmak, üzerinde önemle durduğumuz konulardan biri. Özellikle bilgisayarlı tomografi gibi radyasyon temelli alanlarda ve pediyatride düşük doz en önemli önceliklerimiz arasında” dedi.

Laboratuvar Sonuçlarına Güven Yüksek

Prof. Dr. Can Çevikol: “Laboratuvar sonuçlarına güven düzeyi yüksek olmasına karşın, erken teşhis ile hayat kurtaran ve temel kan testlerini içeren sağlık taramalarını yaptırmayanların yüzde 78 gibi oldukça yüksek bir oranda bulunması bizlere sağlık okur yazarlığı ile ilgili bazı temel konularda farkındalığın artırılması gerekliliğini gösteriyor”

Katılımcıların yüzde 76’sı laboratuvar hizmetlerine ve sonuçlarına güveniyor. Ancak ‘Hiç kan sayım testi yaptırmadım’ diyenlerin oranı yüzde 21, kanser belirteç testi yaptıranların oranı ise yalnızca yüzde 17.

Prof. Dr. Can Çevikol da sonuçlara ilişkin olarak, “Laboratuvar sonuçlarına güven düzeyi yüksek olmasına karşın, erken teşhis ile hayat kurtaran ve temel kan testlerini içeren sağlık taramalarını yaptırmayanların yüzde 78 gibi oldukça yüksek bir oranda bulunması bizlere sağlık okur yazarlığı ile ilgili bazı temel konularda farkındalığın artırılması gerekliliğini gösteriyor. Dijitalizasyon ve yapay zekâ uygulamaları ile sağlıkta dönüşümün katlanarak hızlandığı günümüzde bireysel (kişisel) tıp kavramının ortaya çıkmasıyla kişilerin genetik yatkınlığı, yaşam tarzı, beslenmesi ve çevresel maruziyetleri gibi faktörleri de göz önüne alınarak olası hastalıklarını önleyebilecek sağlık hizmetlerini alabilmesi mümkün. Ancak araştırmanın sonuçları ülkemizde bireysel sağlık riskleri ve kronik hastalıklar açısından farkındalığın oldukça düşük olduğunu ortaya koyuyor. Laboratuvar diyagnostiği, genetik analizlerle beraber, epigenetik/çevresel faktörlerin bedensel ve zihinsel etkilerini erken teşhis edebilen testlerle bireysel tıp modelinde yerini aldı. Hastalıkların ortaya çıkmasında genetik alt yapıdan daha etkili olduğu bilinen sigara içme, stres, fiziksel aktivite yokluğu gibi epigenetik faktörler konusunda özellikle gençlere yönelik bilgilendirme ve farkındalık çalışmaları yapılması gerekiyor” diye konuştu.

E-Nabız Kullanımı Arttı

Araştırma sonuçları, Türk halkının e-Nabız uygulamasını sıklıkla kullandığını da ortaya koydu. Katılımcılar hem radyoloji hem de laboratuvar sonuçlarına E-Nabız’dan baktıklarını belirtti. Araştırmaya göre görüntüleme kayıtlarının yüzde 51’i, laboratuvar sonuçlarının ise yüzde 86’sı E-Nabız’dan takip ediliyor.

Bilmende Fayda Var

Siemens Healthineers Türkiye, araştırma sonuçlarını paylaştığı toplantıda, Türkiye’de sağlık okuryazarlığı oranını artırmayı amaçladığı projelerini tek çatı altında toplayan ‘Bilmende Fayda Var’ platformunu da tanıttı. Siemens Healthineers Türkiye Kurumsal İletişim Direktörü Nesrin Kalay Bozpınar platforma ilişkin yaptığı açıklamada, “Hastalıklarla mücadele etmenin en etkin yöntemlerinden birisi de erken teşhis. Bunun için halkımızı düzenli sağlık kontrolü yaptırmaları konusunda bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Bu noktada sağlık okuryazarlığı oranının artması da çok önemli. Bu konuda hayata geçireceğimiz projeleri, bundan böyle ‘Bilmende Fayda Var’ platformu çatısı altında toplayacağız” diye konuştu.

Bozpınar, “Sağlık profesyonelleriyle ve sivil toplum kuruluşlarıyla halkımızın sağlık okuryazarlığını artıracak projeleri hayata geçireceğiz. Özellikle nörovasküler, kardiyovasküler hastalıklarla kanser hastalıklarının teşhis ve tedavisiyle ilgili küresel gelişmeleri halkın anlayacağı dilde paylaşacağız. Tıp teknolojisi her geçen gün insanlığa büyük faydalar sunmaya ve yaşam kalitesini artırmaya devam ediyor. Sağlıkla yaşamak için yeter ki bilgili olalım. Sağlığınızla ilgili önemli bilgiler için bizi izlemeye devam edin” diye konuştu.

Ürtiker Kadınlarda Neden Daha Fazla Görülüyor?

menarini turkiye logo

“Tüm dünyada her 100 kişiden birinde kronik spontan ürtiker hastalığı var. Yetişkinlerde her on hastadan yedisinin kadın olduğunu görüyoruz. Kadın hastalarda daha ağır seyrettiğini görüyoruz. Kadınlarda daha sık görülmesinin nedenlerinden birinin hormonlar olduğunu düşünüyoruz”

Menarini Türkiye, Prof. Dr. Marcus Maurer ve Prof. Dr. Emek Kocatürk Göncü’nün katılımıyla “Ürtiker Yönetiminin İncileri & Antihistaminik Kullanımının Optimizasyonu” konularında ışık tutacak bilgilerin paylaşıldığı önemli bir organizasyona imza attı. Ürtiker alanında değerli çalışmaları olan dünyaca ünlü konuşmacılar, dermatoloji uzmanlarına deneyimlerini aktardılar. Dermatoloji ve Alerji Profesörü & Alergoloji Enstitüsü Yönetici Direktörü / Charité – Universitätsmedizin Berlin’den Prof. Dr. Marcus Maurer, “Pearls of Urticaria Management / Ürtiker Yönetiminin İncileri” başlıklı oturumunda şu bilgileri paylaştı:

Her 10 Hastadan 7’si Kadın

“Ergenlik öncesi ve menopoz sonrası dönemler karşılaştırıldığında kronik spontan ürtiker hastalığı kadın ve erkeklerde görülme sıklığı aynı iken hormonların aktif çalıştığı dönemde kadınlarda daha sık görülmektedir”

“Kronik spontan ürtiker, ürtiker çeşitleri arasında en problemli olan ve en az 6 haftadır süregelen kabarcıkların, kaşıntıların ve anjiyo ödemin olduğu bir hastalıktır. Akut olarak başlar ama akut olan her ürtiker kronikleşmez. Tüm dünyada her 100 kişiden birinde kronik spontan ürtiker hastalığı var. Yetişkinlerde her on hastadan yedisinin kadın olduğunu görüyoruz. Kadın hastalarda daha ağır seyrettiğini görüyoruz. Kadınlarda daha sık görülmesinin nedenlerinden birinin hormonlar olduğunu düşünüyoruz. Mesela ergenlik öncesi ve menopoz sonrası dönemler karşılaştırıldığında kadın ve erkeklerde görülme sıklığı aynı iken hormonların aktif çalıştığı dönemde kadınlarda daha sık görülmektedir.

marcus maurer

Doğru Dozda İlaçlarla Tedavi

Tedavide amacımız tam kontrole ulaşarak kabarıklıklar, kaşınma ve anjiyo ödemin tamamen ortadan kalkması olmalıdır. Tam olarak hastalığı kontrol altına almayı hedeflemeliyiz. Kronik ürtiker aslında çok yıkıcı bir hastalık. Hastalar bu hastalığa sahip olduklarında depresyon, panik, atak, anksiyete gibi birtakım komorbiditelere de sahip olabiliyor ve intihar düşünceleri insidansında artma bile olabiliyor. Bunlar hastalığın sebebi değil sonucudur aslında. Bizim hekimler olarak atacağımız en önemli adım hastalara öncelikle bu hastalıkla ilgili bilgi vermemiz ve tedavi edilebilen bir hastalık olduğunu söylememizdir.

Uluslararası Hasta Veri Kayıt Sistemi

Dr. Maurer, ayrıca uluslararası hasta verilerinin kaydedildiği CURE-Kayıt sisteminden, hasta ve hekimlerin ürtiker konusunda güncel bilgilerle eğitimini sağlayan UCARE 4U ve UCARE LevelUP programlarından, hastalarının hastalık aktivitesinin kolayca takip edilmesine ve doktor hasta ilişkisinin kuvvetlenmesine hizmet eden IOS ve Android işletim sistemlerinde de bulunabilen CRUSE-Control uygulamasından bahsetti.

Kendi Proteinlerine Karşı Alerjisi Olan Hastalar Var

Araştırmacı / Charité – Alergoloji Enstitüsü Universitätsmedizin Berlin & Koç Üniversitesi Hastanesinden Prof. Dr. Emek Kocatürk Göncü “Antihistaminik Kullanımının Optimizasyonu” isimli oturumunda katılımcılara şu bilgileri aktardı:

emek kocatürk göncü

“Kronik spontan ürtiker ekzojen alerjenlerle ilişkili bir hastalık olmamasına rağmen alerjilerde kullanılan ilaç tedavisi ürtiker hastalarında çok etkili oluyor. Bunu araştırdığımızda bu hastalardaki alerjinin dış faktörlere değil, hastaların kendi proteinlerine karşı olduğu gerçeği karşımıza çıktı, bu hastalarda 200’den fazla kendi proteinine karşı otoantikor olduğu gösterildi. Kendi proteine karşı gelişen bir immun yanıt olan bu oto-alerji denilen mekanizma, hastaların %90’ında ürtikerin sorumlu mekanizması. Dolayısıyla bu hastalarda Anti–immunoglobulin E yani biyolojik ilaç tedavisine çok iyi yanıt alabiliyoruz.

Aile Hekimleri Daha Fazla Bilgilendirilmeli

“Hastalar öncelikle ulaşabildikleri aile hekimine ya da acile başvuruyorlar. Buradaki hekimlerin bilgilendirilmesi, tedavinin belli bir basamağına kadar tedaviyi yönetebilecek bir donanıma sahip olmaları, ürtiker yönetiminde ülkemiz için büyük başarılar sağlayacaktır”

Hastalarımız için basamaklı bir yol haritası çizmek gerekiyor. Bunun için birinci basamak hekimlerinin ve acil tıp hekimlerinin daha çok bilgilendirilmesi önemli. Hastalar öncelikle ulaşabildikleri aile hekimine ya da acile başvuruyorlar. Buradaki hekimlerin bilgilendirilmesi, tedavinin belli bir basamağına kadar tedaviyi yönetebilecek bir donanıma sahip olmaları, ürtiker yönetiminde ülkemiz için büyük başarılar sağlayacaktır.”

Astrazeneca Türkiye’nin Klinik Çalışmalara Yaptığı Yatırım 1 Milyar TL’yi Aştı!

az klinik arastirmalar gorsel 2

Türkiye’de 2022-23 yıllarında en fazla klinik araştırma başlatan şirket AstraZeneca oldu. Şirket, 100 kişilik klinik araştırma ekibiyle 90 aktif klinik araştırma çalışması yürütüyor. AstraZeneca’nın ülkemizde sürdürdüğü klinik araştırmaların yüzde 65’ini ise onkoloji alanındaki çalışmalar oluşturuyor

Türkiye’de 2022 ve 2023 yıllarında en fazla klinik araştırma başlatan şirket olan AstraZeneca’nın 2020 yılından bu yana ülkemizdeki klinik araştırmalara yaptığı yatırımlar 1 milyar TL’nin üzerine çıktı. Klinik araştırmalar, hastaların yaşam kalitesinin artırılması, bilimsel çalışmalar ve sağlık sistemlerinin gelişmesi açısından kritik bir rol oynuyor. Bundan 25 yıl önce insanlığın karşı karşıya olduğu en büyük sağlık sorunlarına çözüm bulmak ve hastaların yaşamına değer katmak amacıyla Astra ve Zeneca firmalarının güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıkan dünyanın önde gelen yenilikçi ilaç şirketlerinden biri olan AstraZeneca, Türkiye’de istikrarlı şekilde klinik çalışmalarını ve bu alandaki yatırımlarını sürdürüyor.  

90 Klinik Araştırma Çalışması

AstraZeneca’nın önde gelen danışmanlık şirketlerinden EY Türkiye destekleri ile geride bıraktığı çeyrek yüzyıl boyunca ilaç sektörüne ve ülkemize yaptığı etkiyi gözler önüne serdiği “AstraZeneca’nın Türkiye’ye Etkileri” Raporuna göre AstraZeneca ülkemizde 2022 ve 2023 yıllarında en fazla klinik araştırma başlatan şirket olurken yaklaşık 100 kişilik klinik araştırma ekibiyle 90 aktif klinik araştırma çalışması yürütüyor. AstraZeneca 2020 yılından bu yana klinik araştırma yatırımlarında ciddi bir artış gerçekleştirdi ve toplam yatırım tutarını da 1,1 milyar TL’ye çıkardı. AstraZeneca’nın ülkemizde sürdürdüğü klinik araştırmaların yüzde 65’ini ise onkoloji alanındaki çalışmalar oluşturuyor.

“Geçen Yıl 500 Milyon TL’den Fazla Yatırım Yaptık”

az serkan baris

Klinik araştırmalara yapılan yatırımların artmasının yatırım çeken ülkelerde yenilikçi tedavi ve bilgiye erişimin hızlanmasına olanak sağladığını söyleyen AstraZeneca Türkiye Ülke Başkanı Ecz. Serkan Barış, “Biz de köklü deneyimimizden aldığımız güç ile her yıl istikrarlı bir şekilde büyümemizi sürdürürken Türkiye’de en fazla klinik araştırma başlatan ilaç şirketi olarak sağlık politikası önceliklerine önemli katkılarda bulunuyoruz. 2023 yılında 570 milyon TL klinik araştırma yatırımı yaptık. Son dört yılda yaptığımız yatırımlar 1 milyar TL’yi aştı. Diğer yandan ülkemizdeki aktif klinik araştırmalarımızın büyük bölümünü onkoloji alanındaki çalışmalarımız oluşturuyor. Bu sayede kanser gibi zorlu hastalıkların tedavisinde yeni gelişmelerin takip edilebilmesine, hastaların yenilikçi tedavilere erken erişimine ve daha iyi sağlık sonuçlarına ulaşmasına önemli bir katkı sağlıyoruz. Tedavi alanlarımızda en güncel bilginin üretilmesine, klinik araştırma çalışmalarını yaygınlaştırarak sağlık iş gücü ve altyapısının gelişimine sağladığımız katkıdan gurur duyuyoruz.” dedi.

“Türkiye’nin Bölgede Lider Olmasını Hedefliyoruz”

“Türkiye genelinde 38 ilde bulunan toplam 95 merkez ile iş birliği yaparak gerçek yaşam verisi üretmek ve üretilmesine destek olmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Son 5 yılda kalp yetersizliği, kronik böbrek hastalığı, astım, akciğer kanseri gibi pek çok hastalık alanında 20’nin üzerinde gerçek yaşam verisi yapılmasına katkıda bulunduk”

AstraZeneca’nın Türkiye’de en fazla sayıda klinik araştırma yürüten firmalar arasında yer aldığını vurgulayan AstraZeneca Türkiye Medikal Direktörü Dr. Deniz Ertürk Erem ise şunları söyledi:

az deniz erturk erem

“Klinik araştırmalar alanında ülkemizde ilk sırada olmayı ve Türkiye’nin bölgede lider konuma gelmesine katkı sağlamayı amaçlıyoruz. Son yıllarda esaslı şekilde artan klinik araştırma yatırımlarımızın yanı sıra kurumsal iş birliklerimiz ile bu alandaki kararlılığımızı da ortaya koyuyoruz. Nitekim 2022 ve 2023 yıllarında Türkiye’de en fazla yeni klinik araştırma çalışmasını başlatan ilaç şirketi AstraZeneca olmuştur. Üniversiteler ve hekim dernekleri başta olmak üzere ülkemiz sağlık ekosisteminde klinik araştırmalara pek çok destekte bulunuyoruz. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile gerçekleştirdiğimiz stratejik ortaklık ile klinik çalışma sayısının artırılmasını ve daha fazla hastanın klinik çalışmalara dâhil edilerek yenilikçi tedavilere ulaşabilmesini hedefliyoruz. Ayrıca Türkiye genelinde 38 ilde bulunan toplam 95 merkez ile iş birliği yaparak gerçek yaşam verisi üretmek ve üretilmesine destek olmak üzere de çalışmalar yapıyoruz. Son 5 yılda kalp yetersizliği, kronik böbrek hastalığı, astım, akciğer kanseri gibi pek çok hastalık alanında 20’nin üzerinde gerçek yaşam verisi yapılmasına katkıda bulunduk.” dedi.