Merhaba 2022

72px

Pandemi ve ekonomik krizin gölgesinde girdiğimiz yeni yılın herkes için daha sağlıklı, mutlu ve başarılarla dolu geçmesini diliyorum. Bu naif dileklerin altyapısını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın yeni yıl mesajında görmek mümkün: “Özgür, demokratik, eşitsizliklerden arınmış, savaşlara yer olmayan, mesleğimizin değerini yeniden kazandığımız yeni bir dünyanın içinde yerimizi almayı diliyoruz.”

TTB, pandemi süreci boyunca halk sağlığını önceleyen sorumlu ve şeffaf politikasıyla bilinç ve bilgi düzeyimizi yükseltti.

Tıp Eğitiminin Niteliği

2022’nin bu ilk sayısında tıp eğitiminde akreditayonun önemine işaret eden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi ve TEPDAD (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitiminde Eş Yetkilendirme Akreditasyon) Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek’i sayfalarımıza taşıdık. Sayek, akredatasyona neden gerek olduğunu şu sözlerle ifade etti:

“Tıp eğitiminin niteliğini tanımlayan standartların olmaması, tıp fakülteleri arasında önemli farklar olması, çok sayıda niteliği bilinmeyen fakültesi açılması, evrensel olarak akreditasyonun önem ve popülarite kazanması nedeniyle akreditasyon süreci gerekli.

Akreditasyonunu hatırlattığı en önemli şey, tıp eğitiminin fildişi kulesinden inip toplum içinde yani gerçek dünyada tıp eğitiminin yeniden tasarımıdır. Ancak o zaman sağlıklı bir toplum yaratabileceğiz.”

Tamamlayıcı Sağlık Sigortası Raporu

Özel hastaneler Platformunun her sene düzenlediği sağlık zirvesi bu sene 10. Kez hibrit yapıldı. Sağlık Bakanlığı ile yüz yüze görüşme ve tartışma imkanı elde eden özel hastane yöneticileri, sorunlarını ve çözüm önerilerini sıraladılar. Görünen o ki kamu tarafında da olumlu karşılanan tamamlayıcı sağlık sigortasına ilişkin hazırlanan raporu okuyabilirsiniz. Özel hastanelerin istihdam, branş hizmetleri, ruhsatlandırma ve yoğun bakıma ilişkin talepleri yinelendi.

Kamudan İstifalar Arttı

Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Ahmet Tekin; son bir yılda kamudan istifalar arttığı için hizmet sunumunda ciddi oranda zorlandıklarını ifade ederek, “Kamudaki hekim arkadaşlarımız özel sektöre girdiği için bazı branşlarda hizmette zorlanıyoruz” diye konuştu.

Öte yandan Tekin, hastanelerin taşınmalarını ve birleşmelerini teşvik etmek istediklerini vurguladı. Küçük hastanelerde nitelikli sağlık hizmeti sunulamadığını belirten Tekin, “Nielikli sağlık hizmetinin sunulması için branş farklılığının olması, hekim sayısının fazla olması gerekiyor. O nedenle taşınmaları, birleşmeleri teşvik etmek gerekiyor; artık böyle gidilmeli… Bu hem sektörün önünü açacaktır hem de hekimlerin hem de nitelikli yatak kullanma döngüsünü hızlandıracaktır. Kendi içinizde büyüme potansiyeliniz var ve ben bu yoldan gitmenizin daha avantajlı olacağını düşünüyorum” dedi.

Özel Sektörden Memnuniyet Azaldı

Aynı programda yer alan Türkiye Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği Başkanı Dr. Reşat Bahat, özel hastanelerin durumunu şu sözlerle ifade etti:

“Biz SGK ile sözleşme yaptığımız zaman özel sektörden memnuniyet %80 oranındaydı. Ama geçen yılın verisine göre özel sektördan memnun niyet %54. Biz işimizi daha iyi yapıyoruz ama vatandaştan daha fazla para alıyoruz; iki yüze yakın ülkeden hasta getirtiyoruz, getirtiyoruz ama vatandaş kullanmak yerine artık hastaneleri seyretmeye başladı çünkü ayakta kalmak zorundayız.”

Salgından Korunmada Sadece Aşı Yetersiz

Omikron varyantının yükselişe geçtiği bugünlerde; Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) önemli hatırlatmada bulunarak şunları kaydetti:

COVID-19 aşılamaları konusunda son 1 yılda elde edilen bilimsel veriler, salgının tek başına aşılarla kontrol altına alınmasının mümkün olmadığını ve hızlı yapılan aşılamalara ek olarak sosyal mesafelenme, kalabalıkların azaltılması gibi farmasötik olmayan önlemlerin alınmasının zorunlu olduğunu açıkça göstermiştir. Bu durum, önceki varyantlardan çok daha bulaşıcı olan omikron için de geçerlidir ve ek dozları yapılsa bile salgının kontrol altında tutulabilmesinde aşılamanın tek başına yeterli olmayacağı, hareketliliği azaltıcı önlemlere de acilen gereksinim olduğu bilinmektedir. Bu nedenle toplum önümüzdeki tehdit karşısında şeffaf bir şekilde bilgilendirilmeli ve bütün olanaklar seferber edilerek önlemler planlı bir şekilde devreye sokulmalıdır.”

Keyifli okumalar dileğiyle

Geri Ödeme Fiyatları ve Mevzuat Güncellenmeli

ferda baysu foto
Ferda Bayşu

“TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜ İÇİN EN ÖNEMLİ ÖNCELİK, GERİ ÖDEME FİYATLARININ VE MEVCUT MEVZUATIN GÜNCELLENMESİDİR. FİYATLARIN GÜNCELLENMESİNİN ARDINDAN, FİYAT LİSTELERİNE DAHİL OLURKEN KULLANILAN KILAVUZDA DA YİNE GÜNCELLEME YAPILMASI GEREĞİ, ÜLKEMİZDE KULLANILAN TIBBİ CİHAZ TEKNOLOJİLERİNİN SERVİSİ BAKIMINDAN ÖNEMLİ BİR KONUDUR”

Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye, Kamu İlişkileri ve Politikaları, İhale, Stratejik Erişim ve Maghreb Bölge Stratejik Projeler Direktörü Ferda Bayşu, klinikiletişim’in sorularını yanıtladı.

Johnson & Johnson Medikal Cihazlarda yeni görevinizi ve sorumluluklarınızı anlatır mısınız?
Türkiye’de Devlet İlişkileri Politikaları ve Kurumsal İlişkiler Yönetimi, Sağlık Ekonomisi ve Geri Ödeme, Kamu İhaleleri Yönetimi, Stratejik Projeler ile Mağrip Bölge Stratejik Projeler sorumluluklarım arasında yer alıyor.
Kamudaki paydaşlarımızla yürüttüğümüz her türlü regülasyon, uygulama ve projede şirketime ve sağlık endüstrisine katkı sağlayacağım için mutluyum. Aynı zamanda daha çok hastanın hayatına dokunabilmek için sağlık sektörünün şekillenmesi yönündeki çalışmaların içinde bulunacak olmak da benim için gurur verici olacak.

jnj logo22 1

2021 senesini çalışma hayatınız özelinde, nasıl hatırlayacaksınız?
İçinde bulunduğumuz pandemi süreci, hepimize sağlık sektörünün önemini bir kez daha gösterdi. Neredeyse iki yıldır, hiçbirimizin daha önce aklından bile geçirmediği zorluklar ile mücadele ediyoruz.
Tıbbi cihaz sektöründe görev yapan tüm paydaşlar olarak da sürecin başından itibaren, ciddi fedakarlıklar gösteriyoruz. Hastaların tedavisi için ihtiyaç duyulan en küçük tıbbi cihazdan tutun, en kapsamlı teknolojik cihaza kadar tüm tıbbi cihazları sağlık çalışanlarının kullanımına sunmamız, ülkemizin pandemi döneminde karşı karşıya kaldığı zorlukları aşmasına büyük katkı sağladı.
Sektörümüzün pandemiden önce de zaten var olan sıkıntıları, pandemi döneminde ne yazık ki daha da zorlaşarak yönetilemez hale geldi ve sürdürülebilirlik anlamında bazı sıkıntılar söz konusu oldu. Bu sıkıntıların en başında gelen ve son yıllarda bir türlü çözüme kavuşamayan kamu alacakları konusu, sektörü oldukça zor durumda bıraktı.

Durumu aşabilmek yönünde, sektör olarak bazı görüşmeler gerçekleştirdik ve yıl kapanışından hemen önce Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca’nın, yıl sonu itibarıyla firmalara ödemelerin yapılacağını açıklaması sevindirici bir gelişme oldu. Böylece bu zorlu konu firmaların tekrar yakın takibine girdi. Sayın Bakan aynı zamanda, uzun yıllardır güncellenmeyen Sağlık Uygulama Tebliği (SUT) fiyatlarının güncelliğini yitirmesi ile ilgili bir başka soruna daha çözüm bulacaklarını, fiyatlara artış yansıtılacağını açıkladı. Bu paylaşım, sektörümüz tarafından olumlu karşılandı. Bu güzel haberle birlikte şimdi, SUT fiyatlarının güncellenmesi ve hastanelerin mevcut durumlarında iyileşme yapılması beklenmektedir. Aksi takdirde hastanelerin bütçe yönetimlerinde çok ciddi sıkıntılar söz konusu olacaktır. Devlet Malzeme Ofisi alımları devam etmekle beraber, sistemin uygulanmaya tam olarak geçişi önümüzdeki yılı da kapsayacak gibi görünüyor.

00

TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜ ÖZELİNDEKİ ÜRÜNLERİN GERİ ÖDEME KAPSAMINA ALINMASI İLE İLGİLİ BAZI İYİLEŞTİRMELER BEKLİYORUZ. SGK İLE YAPTIĞIMIZ OLUMLU GÖRÜŞMELERİMİZ SONUCUNDA 2022 BAŞI İTİBARIYLA, SEKTÖR OLARAK BEKLENTİLERİMİZE YÖNELİK GÜZEL SONUÇLAR ALMAYA BAŞLAYACAĞIMIZA İNANIYORUZ”

2022 yılında Johnson & Johnson’ın planları, yatırımları, stratejileri, iştirakleri neler olacaktır?
Johnson & Johnson Türkiye Medikal Cihazlar olarak, ülkemize her zaman en üstün teknoloji ürünleriyle hizmet etmeyi hedefliyoruz. Bu yaklaşımımıza 2022 yılında da aynı kararlılık ve hevesle devam edeceğiz. Ülkemiz hastalarına en üstün teknolojilerimiz ile hizmet verirken, aynı zamanda her zaman olduğu gibi sağlık sorunlarına yönelik çözümler de üreteceğiz. Bütün bu çalışmalarımızı ekonomik anlamda zorlanmadan ve sürdürülebilirlik çerçevesinde gerçekleştirebilmemiz için tıbbi cihaz sektörü özelindeki ürünlerin geri ödeme kapsamına alınması ile ilgili bazı iyileştirmeler bekliyoruz. Bunun için de özellikle pandemi döneminde oluşan ödeme gecikmeleri için SGK yetkilileri ile görüştük.

SGK ile yaptığımız olumlu görüşmelerimiz sonucunda, 2022 başı itibarıyla, sektör olarak beklentilerimize yönelik güzel sonuçlar almaya başlayacağımıza inanıyorum. Tıbbi cihaz firmalarının sürdürülebilirlik anlamında öngörülerini belirleyebilmeleri için başvuru süreç detayları büyük önem taşımaktadır.

Tıbbi malzemelerin temininde sıkıntı yaşandığı ve bu nedenle ameliyatların yapılamadığı ifade ediliyor. Kamu ve üniversite hastanelerindeki bu sorunların çözümü için hastanelerin ve sizlerin talepleriniz nelerdir?
Özellikle son dönemde kamu alacaklarındaki tahsilatların yapılamaması nedeniyle bazı firmaların oldukça zorlandıklarını ve bu nedenle malzeme temini konusunda hastanelerde bazı sıkıntılar yaşandığını hep birlikte duyduk. Basında bu sıkıntı özelinde, bazı ameliyatların yapılamadığı haberleri yer aldı.
Öte yandan, SUT üzerinden belirlenen bütçeler doğrultusunda hastanelerin bu bütçeyi yönetmesinde sıkıntılar yaşandı. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi, Sağlık Bakanımız Sayın Koca tarafından yapılan bilgilendirme ile bu sorunun çözümü konusunda bugün ciddi adımlar atıldı. Buradaki en önemli konu, yeterli kaynak aktarımı yapıldıktan sonra, firmalara sunulacak ödeme planı olacaktır. Sürdürülebilirliğin devamı, önümüzdeki süreçte yapılacak ihalelerde ortaya konulacak ödeme planının, Sağlık Bakanlığı tarafından aktarılan bilgiler ve verilen teyitlerin uyumuyla ilişkili olacaktır diye düşünüyorum.

Medikal sektörün yeni bir sağlık mevzuatına ihtiyacı var mı? Varsa düzenlenmesi gereken konu başlıkları neler olabilir? Yoksa sadece uygulamadan kaynaklı problemler mi yaşanıyor?
Tıbbi cihaz sektörü için en önemli öncelik, geri ödeme (SUT) fiyatlarının ve mevcut mevzuatın güncellenmesidir.
Fiyatların güncellenmesinin ardından, fiyat listelerine dahil olurken kullanılan kılavuzda da yine güncelleme yapılması gereği, ülkemizde kullanılan tıbbi cihaz teknolojilerinin servisi bakımından önemli bir konudur.

Ankara’da medikal sektör temsilcisi olmanın avantaj ve dezavantajları sizce nelerdir? İstanbul’da bu görevin sürdürülebilirliğine ilişkin ne düşünüyorsunuz?
İş birliği içinde çalıştığım ana paydaşlarım kamu kurumları olduğu için, Ankara’da yaşamak, yürüyen iş süreçlerine hızlı erişim ve takip açısından avantajlı oluyor. Ankara’da olmanın bir başka avantajı da sık değişen bürokratik dengelere uyum ve kolay adaptasyon sağlayabilmek… Bildiğiniz gibi sağlık şirketlerinin genel merkezleri çoğunlukla İstanbul’da bulunuyor. Elbette ki İstanbul’da yerleşik çalışıp, Ankara’ya sürekli gidip gelmeyi tercih edenler de vardır ancak bana göre bizim işimizde en doğrusu Ankara’da ikamet ederek çalışmak.

2022 yılı kariyer hedefleriniz nelerdir?
2022 yılında her şeyden önce pandeminin artık bizi terk etmesini ve eski yaşamlarımıza geri dönmeyi diliyorum. Yeni yılın sağlık kavramının tüm insanlar nezdinde yeterince değer bulduğu, ön plana alındığı bir yıl olmasını ümit ediyorum.
Türkiye’de büyümüş, okumuş, Atatürk ilkeleri ışığında ilerleyen bir Türk kadını olarak, 2022 yılında mevcut kariyerim çerçevesinde yaptığım işlerde ülkeme ve şirketime layık olmak için canla başla çalışırken, elbette ki hep daha fazla başarının peşinde koşacağım. Türkiye’nin başarısını uluslararası platformlarda paylaşmaya devam etmek de yine bana gurur verecek.
Bu keyifli röportaj için çok teşekkür ederim. kinikiletişim ekibinin ve okurlarının yeni yılını kutlar, sağlıklı ve huzurlu günler dilerim.

Türkiye Nüfusu 2020’de 411 Bin Kişi Azaldı

23

“2020 YILINDA 65 YAŞ ÜZERİNDE OLAN NÜFUS, GEÇTİĞİMİZ DÖRT YILDA (2016-2019), YILDA ORTALAMA 309 BİN KİŞİ AZALIRKEN, 2020’DE 411 BİN KİŞİ AZALMIŞTIR. YAKLAŞIK 100 BİN KİŞİLİK FARK, FAZLADAN ÖLÜMLERE İŞARET ETMEKTEDİR”

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu, COVID-19 pandemisi 18 ay değerlendirme raporunda, Uzm. Dr. Nasır Nesanır, Uzm. Dr. Alican Bahadır, Güçlü Yaman tarafından hazırlanan makalede Türkiye’de 2020 yılındaki “fazladan ölümleri” tespit eden bir çalışma sonuçlarına yer verildi. Sağlık Bakanlığı ve TÜİK tarafından 2020 ve 2021 yılları ölüm verilerinin ve nedenlerinin halen açıklanmadığı makale, “Hakikati gizleyemezsiniz: fazladan ölümlerde artış devam ediyor” başlığıyla yayımlandı. Makalede şu bilgiler kaydedildi:

“Türkiye’de pandeminin boyutları ve sonuçlarının şeffaf bir şekilde raporlanması konusundaki eksiklikler, Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından defalarca dile getirildi. TTB, pandeminin başlangıcından bu yana neredeyse her gün Sağlık Bakanlığına salgına dair fazladan ölümler de dâhil tüm verilerin eksiksiz ve şeffaf bir biçimde açıklanması için çağrıda bulundu. “Salgın Sürecinin Başarısında Fazladan Ölüm Sayıları Ana Belirleyicidir: Ölüm Verilerini Eksik Açıklamak Ciddi Bir Halk Sağlığı Sorunudur” başlığı ile 28.10.2019 tarihinde yaptığı çağrı da bunlardan biriydi. Sağlık Bakanlığı çağrıya kulak vermemiş, dahası haftalık durum raporlarını dahi o günden bu güne yayınlamamıştır. Resmi olarak açıklanan günlük COVID-19’a bağlı ölüm sayıları 15 Mart 2020 ile 31 Aralık 2020 tarih aralığında 20.881 iken, diğer resmi veriler ile birlikte değerlendirildiğinde bu sayının gerçeği yansıtmadığı ortaya çıkmaktadır.

COVID-19 salgınına bağlı olarak, gerçekte ne kadar insanımızın hayatını kaybettiğini belirleyebilmek için Türkiye’de 2020 yılındaki “fazladan ölümleri” tespit eden bir çalışma yaptık. Fazladan ölüm, epidemiyolojide ve halk sağlığında kullanılan; “normal” koşullar altında görmeyi beklediğimizin ötesinde, bir kriz sırasında, tüm nedenlerden ölenlerin sayısını ifade eden bir terimdir. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) nüfus bilgileri ve e-Devlet belediye defin istatistikleri gibi tamamen resmi verilere dayanan bu çalışmada, beş farklı yaklaşım kullanarak benzer sonuçlara ulaştık:

Çalışmada kullanılan beş veri kaynağı ile yapılan tespitler şunlardır:

1) TÜİK Türkiye nüfusu yaş dağılım verisi analiz edildiğinde, 2020 yılında 65 yaş üzerinde olan nüfus, geçtiğimiz dört yılda (2016-2019), yılda ortalama 309 bin kişi azalırken, 2020’de 411 bin kişi azalmıştır. Yaklaşık 100 bin kişilik fark, fazladan ölümlere işaret etmektedir.

2) TÜİK yerli nüfus verisi incelendiğinde; 2015-2019’da yerli nüfus, her yıl ortalama 889 bin artarken, 2020 yılında 657 bin artmıştır. Özet olarak; yerli nüfus artışında, 232 bin kişilik bir azalma vardır.

3) Nüfusun %42’sinin yaşadığı 20 ilde; belediye, e-devlet, TÜİK ve diğer resmi yollardan elde edilen tüm veriler analiz edildiğinde; 2020 yılında, son üç yılın ortalamasına göre 48 bin fazladan ölüm gerçekleşmiştir. Bu, Türkiye’nin tamamı için 114.000 fazladan ölüm demektir.

“2020 YILINDA, TÜRKİYE’DE 65 YAŞ VE ÜZERİNDEKİ NÜFUSTA, COVID-19’DAN EN AZ 75 BİN KİŞİNİN HAYATINI KAYBETTİĞİNİ SÖYLEYEBİLMEKTEYİZ. BU SAYI, BAKANLIĞIN TÜM YAŞLAR İÇİN RESMİ AÇIKLAMASI OLAN 20 BİNİN 3,5 KATI! 2020’DE EN AZ 55 BİN CAN, COVID-19’DAN KAYBEDİLDİĞİ HALDE, İSTATİSTİKLERE BU ŞEKİLDE GİRMEMİŞ DURUMDA”

4) Nüfusun %49’unu oluşturan 21 ilde, belediyelerin verilerine göre Mart 2020-Nisan 2021 arasında bulaşıcı hastalıklardan resmi ölümler 47 bin kişidir. Türkiye nüfusuna oranlandığında bulaşıcı hastalıktan ölüm sayısı 97 bin olmaktadır.

5) Türkiye nüfusunun beşte birinin yaşadığı İstanbul’da, belediye e-devlet verileri incelendiğinde, Mart 2020-Mayıs 2021 arasında önceki beş yıla göre 25 bin fazladan ölüm yaşanmıştır. Bu veri, Türkiye’nin tamamına uyarlandığında, 134 bin fazladan ölüm anlamına gelmektedir.

Dünyadaki veriler ve Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı göz önünde bulundurulduğunda, 2020 yılındaki fazladan ölümlerin yaklaşık dörtte üçünün, doğrudan COVID-19’a bağlı ölümler olduğunu tahmin ediyoruz. Bu bilgi hesaba katıldığında; 2020 yılında, Türkiye’de 65 yaş ve üzerindeki nüfusta, COVID-19’dan en az 75 bin kişinin hayatını kaybettiğini söyleyebilmekteyiz. Bu sayı, bakanlığın tüm yaşlar için resmi açıklaması olan 20 binin 3,5 katı! 2020’de en az 55 bin can, COVID-19’dan kaybedildiği halde, istatistiklere bu şekilde girmemiş durumda.

“2020 YILINDA EN AZ 25 BİN CANIN ÖLÜMÜNÜN NEDENLERİ SAĞLIK HİZMETLERİNE BAŞVURUNUN VE ERİŞİMİN AZALMASI, HİZMETLERDEKİ AKSAMALAR, HAFTALAR SÜREN SOKAĞA ÇIKMA YASAKLARI SIRASINDA AĞIRLAŞAN KRONİK HASTALIKLARIN YANI SIRA GENEL OLARAK SOSYO-EKONOMİK DURUMDAKİ KÖTÜLEŞME VE İNTİHARLARDIR”

25 Bin Canın Ölüm Sebebi Pandemi Koşulları

2020 yılı Pandemi döneminde yaşanan fazladan ölümlerin yaklaşık dörtte birinin ise “COVID-19 hastalığı dışı” olduğunu tahmin ediyoruz. Bunlar, doğrudan korona virüs enfeksiyonu nedeniyle olmasa da pandemi koşullarından, daha doğrusu pandemi yönetimi adına yapılanlardan ve yapılmayanlardan kaynaklanan ölümlerdir. 2020 yılında en az 25 bin canın ölümünün nedenleri sağlık hizmetlerine başvurunun ve erişimin azalması, hizmetlerdeki aksamalar, haftalar süren sokağa çıkma yasakları sırasında ağırlaşan kronik hastalıkların yanı sıra genel olarak sosyo-ekonomik durumdaki kötüleşme ve intiharlardır.

Sağlık Bakanlığı 2020 yılında fazladan ölümlerin beşte birini; 01.01.2021 ile 14.09.2021 tarihleri arasında yarısını açıklamıştır. Bu sayılar bile fazladan ölümlerin 2021 yılında artarak sürdüğünü göstermektedir.

Belediye ölüm verilerine göre 2019 yılında Türkiye’deki ölümlerin %48’inin yaşandığı kentlerde 11 Mart 2020 ile 14 Eylül 2021 tarihleri arasında önceki üç yılın ortalamasına göre tespit edilen fazladan ölüm sayısı 92 bini buldu; bu ölümlerin Türkiye projeksiyonu ise sayıyı 189 bine taşıdı.

Ülkelerin Tam Doz Aşılılık Oranları

22 Eylül 2021 tarihinde tam doz COVID-19 aşılı kişilerin tüm nüfusa oranı Türkiye’de % 50, Japonya’da % 55, Almanya’da % 63 ve Birleşik Krallıkta % 65’dir. 22.09.2021 tarihinde milyon nüfusa düşen resmi COVID-19 ölümleri Türkiye’de 2,80, Birleşik Krallıkta 2,06, Almanya’da 0,68 ve Japonya’da 0,40’tır. Bu ülkelerde 65 yaş ve üstü nüfus oranları Türkiye göre çok yüksektir.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre Türkiye’nin 2020 ve 2021 yıllarının Ağustos ve Eylül aylarındaki günlük COVID-19 ölümleri karşılaştırmasını yaptığımızda; 2021 yılındaki bazı günlerdeki COVID-19 ölümlerinin, 2020 yılındaki aynı günlerdeki COVID-19 ölümlerinin yaklaşık 10 katı olması dikkat çekicidir

Türkiye’de son üç ay (2021 Temmuz, Ağustos ve 1-22 Eylül) içinde milyon kişi başına en fazla ölümlerin yaşandığı ülkelerden birisi olmasının nedenleri arasında; sınıfsal eşitsizliklerin sonucu yoksul mahallelerdeki fazladan ölümler ve iş cinayetleri, bölgesel eşitsizlikler, ertelenen sağlık hizmetleri, Sağlık Bakanlığının risk gruplarında üçüncü doz aşı çalışmasının etkili bir şekilde yapmaması ve aşı kararsızlığı ile ilgili bir çabaya girmemesi, delta varyantı, COVID-19’a bağlı anne ölümleri sayılabilir.

“SAĞLIK BAKANLIĞI; HASTA VE ÖLÜM SAYILARININ DOĞRU OLARAK PAYLAŞILIRSA RİSKİN HANGİ İŞLERDE, HANGİ MEKÂNLARDA, HANGİ KİŞİLERDE YOĞUNLAŞTIĞINI BİLEREK GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALABİLİRİZ. GERÇEĞİ SAKLAYARAK SORUNLARI ÇÖZMEK, SALGINI YÖNETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Ertelenen Sağlık Hizmetleri

Türkiye’de şeffaflık ve bilimsellik kriterlerinin ihmal edilmesi; yerel yönetimler, sağlık, emek ve meslek örgütlerinin ve toplumun pandemi sürecine dahil edilmemesi; COVID-19’un sınıfsal yapısından dolayı çalışan veya işsiz toplum katmanlarına, yoksul ve yoksullaşacak kesime özellikle kapanma dönemlerinde ekonomik ve sosyal kayıp yaşatmadan destek sunulmaması; vaka temelli müdahalelerin (test, temaslı izleme, izolasyon karantina dahil) ve nüfus temelli müdahalelerin (yüz maskelerinin takılması, fiziksel mesafe ve kalabalıklardan, başta parti kongreleri olmak üzere toplantılardan ve kapalı alanlardan kaçınma) birlikte yürütülmemesi on binlerce insanın, onlarca sağlık çalışanın ölmesine neden olmuştur.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, 23 Haziran’da düzenlenen bilim kurulu toplantısında yaptığı açıklama yukarıda beş madde halinde sıraladığımız ölüm verilerini teyit etti, “Salgın süresince salgından yaklaşık 50 bin insanımızı kaybettik. Ertelenen sağlık hizmetleri sebebiyle yaşadığımız kayıp ise bundan çok daha büyük” ifadelerini kullandı.

“ÖLÜM SAYILARI YAŞ, CİNSİYET, EŞLİK EDEN HASTALIK (KOMORBİDİTE) DEĞİŞKENLERİNİN YANI SIRA SOSYO-EKONOMİK DÜZEY, HANE HALKI BÜYÜKLÜĞÜ, OTURULAN MAHALLE VE SOSYAL SINIF BAĞLANTISI İLE BİRLİKTE SAĞLIK BAKANLIĞI VE TÜİK TARAFINDAN KAMUOYU İLE PAYLAŞILMALIDIR”

TÜİK 2021 Ölüm İstatistiklerini Yayımlamadı

TÜİK, her yıl Haziran ayının üçüncü haftasında, bir önceki yıla ait ölüm ve ölüm nedenleri istatistiklerini yayımlıyordu. Ancak TÜİK; 23 Haziran 2021 tarihinde yaptığı yazılı açıklamada “Ulusal Veri Yayınlama Takvimine göre 24 Haziran 2021 tarihinde saat 10:00’da yayımlanması planlanan ‘Ölüm ve Ölüm Nedeni İstatistikleri’, 2020 haber bülteni, idari kayıtlardan üretilmekte olan istatistiklere ilişkin çalışmaların henüz tamamlanamamış olması sebebiyle ileri bir tarihe ertelenmiştir” duyurusunu yapmıştır.

Sağlık Bakanı, “ertelenen sağlık hizmetlerinden dolayı” yaşanan ölümlerin şimdiye kadar açıklanan resmi ölüm sayılarından “çok daha büyük” olduğunu söylüyor. Oysa her akşam kamuoyuna paylaşım yapan Sağlık Bakanı, vatandaşların tedavilerini aksatmamaları konusunda bugüne kadar hiçbir ciddi açıklama yapmayarak ve önlem almayarak, bu ölümlerin artmasına seyirci kalmıştır. Ertelenmiş sağlık hizmetlerinin sorumluluğu vatandaşlara yüklenmemelidir. Sağlık Bakanlığının ertelenmiş sağlık hizmetlerini engellemeye yönelik neden kayda değer bir önlem almadığı sorgulanmalıdır. Bugün, pandemide sağlık hizmetlerine erişim sorunu; bir toplumda pandemiye yönelik yaratılmış algı ve sağlık hizmetlerinde örgütlenme sorunudur. Her akşam topluma yönelik maske-mesafe-hijyen vurgusu yapan bakanlık, bugüne kadar hastanelere gelmeme konusunda halkın algısını değiştirecek açıklama yapmadığı gibi halkın hastanelere gelmesini zorlaştıracak adımlar atmıştır. Sokağa çıkma yasakları, bazı yaş gruplarının hastanelere izinle gitmek zorunda bırakılması, yerelde sağlık hizmetleri yetersizliği, iller arası hasta geçişinin güçlükleri nedenleriyle sağlık kurumlarına ulaşım zorlaştırılmıştır.

Bunların yanı sıra, genel sosyoekonomik durumdaki kötüleşmeye karşın ekonomik ve sosyal desteğin olmaması, 65 yaş üstü için haftalar süren sokağa çıkma yasakları sırasında ağırlaşan kronik hastalıklar gibi durumlar da pandemi sürecinde ölümlerin artışına neden olmuştur.

Salgının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bir örgütlenme modeli çıkarılmamış; Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın birinci basamakta yapmış olduğu tahribat, ikinci basamak sağlık tesislerinin üçüncü basamağa dönüştürülmesi, şehir hastaneleri gibi planlamalarla şehir merkezlerindeki hastanelerin kapatılması ile halkın sağlık hizmetlerine ulaşımı engellenmiştir. Ertelenen sağlık hizmetlerinin gerçekleştirilmesi için kolay ulaşılabilir yerlerinde, kapılarına kilit vurulmuş durumda boş bekleyen bu hastaneler anlaması zor bir ısrarla yeniden açılmamaktadır. Yine bu süreçte; şehir merkezlerinde daha yaygın ve ulaşımı kolay olan özel hastanelerin ücretsiz olmaması, hastanelerin düzenlemesine gidilmemesi Sağlık Bakanı’nın bu sürece sadece seyirci kaldığını göstermektedir.

“ÖLÜM VERİLERİNİN NETLEŞMESİ İÇİN ‘TÜİK ÖLÜM VE ÖLÜM NEDENİ İSTATİSTİKLERİ’ DERHAL AÇIKLANMALIDIR. ÖLÜMLERİN GİZLENMESİNDEN VAZGEÇİLMELİDİR. SAĞLIK BAKANLIĞI; HASTA VE ÖLÜM SAYILARININ DOĞRU OLARAK PAYLAŞILIRSA RİSKİN HANGİ İŞLERDE, HANGİ MEKÂNLARDA, HANGİ KİŞİLERDE YOĞUNLAŞTIĞINI BİLEREK GEREKLİ ÖNLEMLERİ ALABİLİRİZ. GERÇEĞİ SAKLAYARAK SORUNLARI ÇÖZMEK, SALGINI YÖNETMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Sağlık Bakanı İstifa Etmelidir

Her ne sebeple olursa olsun, pandemi süreci gerçekleşen tüm ölümler ister sağlık hizmetlerine erişim isterse COVID-19 nedenli olsun bakanın sorumluluk alanında olan sağlık hizmetleri kaynaklıdır. Bakanın yaptığı “sağlığa erişim sorunları kaynaklı ölümlerin fazlalığı” açıklaması kendi başarısızlığının itirafıdır. Tüm uyarılarımıza rağmen algı yönetimi ve bilim dışı politikalarda ısrar ederek salgını tarihsel bir felakete dönüştüren Sağlık Bakanı istifa etmelidir.

Sağlık Bakanlığı, COVID-19 ölüm verilerini saydam, eksiksiz ve güncel olarak paylaşmasının yanı sıra Sağlık Bakanlığı ve TÜİK tarafından 2020 ve 2021 yılları ölüm verilerinin ve nedenlerinin tümünün her hafta açıklanması ayrıca bu verilere ulaşılabilirliğin sağlanması zorunludur. Sayıların netleşmesi için “TÜİK ölüm ve ölüm nedeni istatistikleri” derhal açıklanmalıdır. Ölümlerin gizlenmesinden vazgeçilmelidir. Sağlık Bakanlığı; hasta ve ölüm sayılarının doğru olarak paylaşılırsa riskin hangi işlerde, hangi mekânlarda, hangi kişilerde yoğunlaştığını bilerek gerekli önlemleri alabiliriz. Gerçeği saklayarak sorunları çözmek, salgını yönetmek mümkün değildir.

Türkiye’nin ekonomik bir kriz içinde olduğu unutulmamalıdır. Krizin ölüm göstergelerinde ciddi değişikliklere yol açtığı bilinmektedir. Pandeminin var olan ekonomik krizi derinleştirdiği kabul edilmelidir. Bu iki faktör sosyal sınıflar-yoksulluk üzerinden eşitsizlikleri daha da derinleştirmiştir. Bu nedenle ölüm sayıları yaş, cinsiyet, eşlik eden hastalık (komorbidite) değişkenlerinin yanı sıra sosyo-ekonomik düzey, hane halkı büyüklüğü, oturulan mahalle ve sosyal sınıf bağlantısı ile birlikte Sağlık Bakanlığı ve TÜİK tarafından kamuoyu ile paylaşılmalıdır.

Salgını kontrol altına almak ve önlenebilir ölümleri engellemek için iktidarı bilime ve demokrasiye dayalı bir salgın yönetimine davet ediyoruz.

27 Bine Yakın Kişi Organ Nakli Bekliyor

02

YILLARA GÖRE BEYİN ÖLÜMÜ TESPİT SAYILARI ARTMAKLA BERABER, AYNI ORANDA AİLE İZİN SAYILARINDA ARTIŞ GÖZLENMİYOR. TOPLAM BEYİN ÖLÜMÜ TESPİT SAYILARININ İÇİNDE AİLE İZNİ OLAN BEYİN ÖLÜMÜ ORANI YÜZDE 20’LER CİVARINDA SEYREDİYOR

Ülkemizde her yıl 3-9 Kasım tarihleri arası, organ bağışına dikkat çekip farkındalık oluşturmak için Organ ve Doku Bağışı Haftası olarak kabul ediliyor. 3-9 Kasım Organ ve Doku Bağışı Haftası dolayısıyla Sağlık Bakanlığı bilgi metni yayımladı. Şunlar kaydedildi:

“Sağlık Bakanlığı, organ bağışı konusunda farkındalık oluşturmak amacıyla kampanyalar düzenlemekte ve düzenlenen kampanyalara destek vermektedir. Yapılan çalışmalar sonucunda ülke olarak canlıdan organ bağışında oldukça iyi durumda olmamıza rağmen kadavra bağışlarında artışlar olsa da istenilen düzeyde değiliz.

Ülkemizde eğitim araştırma, üniversite ve özel hastanelerde toplam 172 organ nakli merkezi bulunuyor.

Bu zamana kadar 46 bin 267 böbrek, 17 bin 927 karaciğer, bin 156 kalp, 343 kalp kapağı, 307 akciğer, 6 kalp-akciğer, 198 pankreas, 48 ince bağırsak olmak üzere toplam 66 bin 253 nakil gerçekleştirildi. Bunlardan 16 bin 110’u kadavradan 50 bin 143’ü canlıdan nakledildi.

Yıllara göre beyin ölümü tespit sayıları artmakla beraber, aynı oranda aile izin sayılarında artış gözlenmiyor. Toplam beyin ölümü tespit sayılarının içinde aile izni olan beyin ölümü oranı yüzde 20’ler civarında seyrediyor.

2021 YILINDA, 2 BİN 376 KİŞİ KARACİĞER, 22 BİN 775 KİŞİ BÖBREK, BİN 290 KİŞİ KALP, 285 KİŞİ PANKREAS, 157 KİŞİ AKCİĞER, 8 KİŞİ BÖBREK-PANKREAS, 2 KİŞİ KALP KAPAĞI, 1 KİŞİ İNCE BAĞIRSAK OLMAK ÜZERE TOPLAM 26 BİN 894 KİŞİ ORGAN NAKLİ BEKLİYOR

2021 yılında, 2 bin 376 kişi karaciğer, 22 bin 775 kişi böbrek, bin 290 kişi kalp, 285 kişi pankreas, 157 kişi akciğer, 8 kişi böbrek-pankreas, 2 kişi kalp kapağı, 1 kişi ince bağırsak olmak üzere toplam 26 bin 894 kişi organ nakli bekliyor.

Ülkemizde gönüllü bağışçı sayısı her geçen gün artıyor. Türkiye Organ ve Doku Bağış Bilgi Sisteminde (TODBS) 607 bin 669 kayıtlı gönüllü bağışçı bulunuyor.

Kimler organ bağışında bulunabilir?

On sekiz yaşından büyük ve akli dengesi yerinde olan herkes organlarını bağışlayabilir. Canlı verici olarak yalnızca karaciğer ve böbrek bağışında bulunulabilir.

Organ bağışı için nereye başvurulur?

Organ nakli yapan merkezlerde, hastanelerde, organ nakli ile ilgilenen vakıf, dernek, vb. kuruluşlarda organ bağışı işlemi yapılabilir. Organ bağışı kartını iki tanık huzurunda doldurup imzalamak yeterlidir.

Hangi organların nakli yapılabilmektedir?

Böbrek, pankreas, karaciğer, akciğer, kalp ve ince bağırsak nakli yapılabilir.

CANLIDAN ORGAN BAĞIŞINDA OLDUKÇA İYİ DURUMDA OLMAMIZA RAĞMEN KADAVRA BAĞIŞLARINDA ARTIŞLAR OLSA DA İSTENİLEN DÜZEYDE DEĞİLİZ

Hangi dokuların nakli yapılabilir?

Kornea, kemik iliği, tendon, kalp kapağı, deri, kemik, yüz-saçlı deri ve ekstremitelerin nakli yapılabilir.

Bağışlanan organlar kimlere nakledilir?

Ulusal organ nakli bekleme listesinde kayıtlı hastalardan öncelikle kan grubu uyumuna, daha sonrada doku grubu uyumuna göre belirlenir. Kan ve doku uyumu yanı sıra hastanın tıbbi aciliyet durumu göz önünde bulundurulur.

Organ bağışında bulunan herkesin organları nakledilebilir mi?

Organ bağışı yapılmış olsa bile her ölümden sonra organın nakli mümkün değildir. Sadece yoğun bakım ünitesinde solunum cihazına bağlı, beyin ölümü gerçekleşen kişilerin organları nakledilebilir.

Organ bağışının dini yönden sakıncası var mı?

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu organ naklinde dinen bir sakınca olmadığını açıklamış, hayat kurtarmanın önemine dikkat çekmiştir.”

Sayı: 21

72px

Merhaba 2022

Pandemi ve ekonomik krizin gölgesinde girdiğimiz yeni yılın herkes için daha sağlıklı, mutlu ve başarılarla dolu geçmesini diliyorum. Bu naif dileklerin altyapısını TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın yeni yıl mesajında görmek mümkün: “Özgür, demokratik, eşitsizliklerden arınmış, savaşlara yer olmayan, mesleğimizin değerini yeniden kazandığımız yeni bir dünyanın içinde yerimizi almayı diliyoruz.”

TTB, pandemi süreci boyunca halk sağlığını önceleyen sorumlu ve şeffaf politikasıyla bilinç ve bilgi düzeyimizi yükseltti.

Tıp Eğitiminin Niteliği

2022’nin bu ilk sayısında tıp eğitiminde akreditayonun önemine işaret eden Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi ve TEPDAD (Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitiminde Eş Yetkilendirme Akreditasyon) Başkanı Prof. Dr. İskender Sayek’i sayfalarımıza taşıdık. Sayek, akredatasyona neden gerek olduğunu şu sözlerle ifade etti:

“Tıp eğitiminin niteliğini tanımlayan standartların olmaması, tıp fakülteleri arasında önemli farklar olması, çok sayıda niteliği bilinmeyen fakültesi açılması, evrensel olarak akreditasyonun önem ve popülarite kazanması nedeniyle akreditasyon süreci gerekli.

Akreditasyonunu hatırlattığı en önemli şey, tıp eğitiminin fildişi kulesinden inip toplum içinde yani gerçek dünyada tıp eğitiminin yeniden tasarımıdır. Ancak o zaman sağlıklı bir toplum yaratabileceğiz.”

Tamamlayıcı Sağlık Sigortası Raporu

Özel hastaneler Platformunun her sene düzenlediği sağlık zirvesi bu sene 10. Kez hibrit yapıldı. Sağlık Bakanlığı ile yüz yüze görüşme ve tartışma imkanı elde eden özel hastane yöneticileri, sorunlarını ve çözüm önerilerini sıraladılar. Görünen o ki kamu tarafında da olumlu karşılanan tamamlayıcı sağlık sigortasına ilişkin hazırlanan raporu okuyabilirsiniz. Özel hastanelerin istihdam, branş hizmetleri, ruhsatlandırma ve yoğun bakıma ilişkin talepleri yinelendi.

Kamudan İstifalar Arttı

Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Ahmet Tekin; son bir yılda kamudan istifalar arttığı için hizmet sunumunda ciddi oranda zorlandıklarını ifade ederek, “Kamudaki hekim arkadaşlarımız özel sektöre girdiği için bazı branşlarda hizmette zorlanıyoruz” diye konuştu.

Öte yandan Tekin, hastanelerin taşınmalarını ve birleşmelerini teşvik etmek istediklerini vurguladı. Küçük hastanelerde nitelikli sağlık hizmeti sunulamadığını belirten Tekin, “Nielikli sağlık hizmetinin sunulması için branş farklılığının olması, hekim sayısının fazla olması gerekiyor. O nedenle taşınmaları, birleşmeleri teşvik etmek gerekiyor; artık böyle gidilmeli… Bu hem sektörün önünü açacaktır hem de hekimlerin hem de nitelikli yatak kullanma döngüsünü hızlandıracaktır. Kendi içinizde büyüme potansiyeliniz var ve ben bu yoldan gitmenizin daha avantajlı olacağını düşünüyorum” dedi.

Özel Sektörden Memnuniyet Azaldı

Aynı programda yer alan Türkiye Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği Başkanı Dr. Reşat Bahat, özel hastanelerin durumunu şu sözlerle ifade etti:

“Biz SGK ile sözleşme yaptığımız zaman özel sektörden memnuniyet %80 oranındaydı. Ama geçen yılın verisine göre özel sektördan memnun niyet %54. Biz işimizi daha iyi yapıyoruz ama vatandaştan daha fazla para alıyoruz; iki yüze yakın ülkeden hasta getirtiyoruz, getirtiyoruz ama vatandaş kullanmak yerine artık hastaneleri seyretmeye başladı çünkü ayakta kalmak zorundayız.”

Salgından Korunmada Sadece Aşı Yetersiz

Omikron varyantının yükselişe geçtiği bugünlerde; Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) önemli hatırlatmada bulunarak şunları kaydetti:

COVID-19 aşılamaları konusunda son 1 yılda elde edilen bilimsel veriler, salgının tek başına aşılarla kontrol altına alınmasının mümkün olmadığını ve hızlı yapılan aşılamalara ek olarak sosyal mesafelenme, kalabalıkların azaltılması gibi farmasötik olmayan önlemlerin alınmasının zorunlu olduğunu açıkça göstermiştir. Bu durum, önceki varyantlardan çok daha bulaşıcı olan omikron için de geçerlidir ve ek dozları yapılsa bile salgının kontrol altında tutulabilmesinde aşılamanın tek başına yeterli olmayacağı, hareketliliği azaltıcı önlemlere de acilen gereksinim olduğu bilinmektedir. Bu nedenle toplum önümüzdeki tehdit karşısında şeffaf bir şekilde bilgilendirilmeli ve bütün olanaklar seferber edilerek önlemler planlı bir şekilde devreye sokulmalıdır.”

Keyifli okumalar dileğiyle

COVID-19 Salgınında Neredeyiz? Nereye Gidiyoruz?

alpay azap
Prof. Dr. Alpay Azap

“SARS-COV-2 EVRİMİNE BU HIZLA DEVAM EDECEK OLURSA HEM DAHA BULAŞICI HEM DE ANTİKORLARDAN DAHA AZ ETKİLENEN YENİ BİR VARYANTIN ÇIKMASI KAÇINILMAZ OLACAKTIR. VİRÜSÜN HIZLI EVRİMİNİN EN ÖNEMLİ NEDENİ HALEN ÇOK FAZLA SAYIDA İNSANI ENFEKTE ETMEYE, İNSANLAR ARASINDA DOLAŞMAYA DEVAM ETMESİDİR”

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alpay Azap, hazırladığı makalesinde, COVID-19 Salgınında Neredeyiz? Nereye Gidiyoruz? sorularına yanıt verdi.

İçinde bulunduğumuz 2021 Eylül ayı itibariyle, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün 11 Mart 2020’de Pandemi ilanı yapmasının üzerinden 18 ay geçmiş durumda. Bu 18 ayın sonunda Dünya ve ülkemiz 4. Dalgayı yaşıyor. Dünya genelinde günde 500.000 civarında yeni tanı konan hasta ve 7.000 civarında ölümün yaşanmakta olduğunu görüyoruz. Aşılamanın yüksek olduğu ülkelerde de olgu sayılarında artış yaşanması aşılar etkisiz mi sorusunu beraberinde getiriyor. Ancak baştan söylemek gerekirse aşılar oldukça etkili. Sorun delta varyantının çok kolay bulaşıyor olmasından kaynaklanıyor. R0 değeri 5-6 arasında olduğu hesaplanan bu varyant tüm dünyada hakim durumdadır. Buna bir de tüm toplumlarda bireysel önlemlerin ve topluma yönelik kısıtlamaların kaldırılmış olduğu gerçeği eklenince olgu sayılarının artması kaçınılmaz olmaktadır. Daha ötesi, delta varyantının yüksek R0 değeri kitle bağışıklığı için toplumun %80’inin bağışık olması gerekliliğini beraberinde getiriyor. Aşılar çok etkili olmakla birlikte belirtili hastalığı ortalama %80 engellediklerini hesaba katarsak kitle bağışıklığı için tüm toplumun aşılanması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Aşılanma oranı en yüksek olan ülkelerde bile 12 yaş altı çocuklar aşılı olmadığından toplumun ancak %70-80’i tam doz aşılıdır. Aşıların ağır hastalık ve ölümü engellemekte ne kadar etkili olduğu deltanın yarısı kadar bulaşıcı olan Wuhan virüsünün hakim olduğu 2. Dalgadaki olgu ve ölüm sayıları karşılaştırıldığında ortaya çıkmaktadır. Zira 2. Dalgada günlük olgu sayıları 850.000 civarında iken günlük ölüm sayıları 18.000 civarındaydı. 4. Dalgada günlük olgu sayıları %40 azalırken ölüm sayıları %60 azalmış durumdadır (1). Ayrıca ne yazık ki pek çok ülke aşılamada henüz çok geride olduğu için dünya genelinde tam doz aşılı kişilerin oranı henüz %35 civarındadır. Dolayısıyla aşılara rağmen 4. dalgayı yaşıyor olmamız şaşırtıcı olmadığı gibi aşıların etkisiz olduklarını da göstermemektedir.

Nereye gidiyoruz? Pandemi ne zaman bitecek? Sorularının cevabı biraz daha zor. Pandemi COVID-19’un kendisinden önceki 4 insan koronavirüsü gibi mevsimsel bir hastalığa dönüştüğünde bitecek. Bunun ne zaman gerçekleşeceği konusunda iyimser bir tahminde bulunacak olursak dünya genelinde aşılamanın yaygınlaşması ve 2021 sonlarında virüse etkili antiviral ajanların kullanıma girmesi ile 2022 ortalarında salgın kontrol altına alınmış olabilir. Ancak bu iyimser tahminin gerçekleşmesi aşı ve hastalığı geçirilerek elde edilen bağışıklıktan kaçan bir yeni varyant çıkmamasına bağlıdır. Delta varyantı aşıların oluşturduğu bağışıklıktan diğer varyantlara göre daha az etkilenmekle birlikte halen yeni bir aşı gerekmeden kontrol altına alınabilmektedir. Ancak SARS-CoV-2 evrimine bu hızla devam edecek olursa hem daha bulaşıcı hem de antikorlardan daha az etkilenen yeni bir varyantın çıkması kaçınılmaz olacaktır. Virüsün hızlı evriminin en önemli nedeni halen çok fazla sayıda insanı enfekte etmeye, insanlar arasında dolaşmaya devam etmesidir. İnsan olguları ne kadar çok engellenebilirse antikorlardan kaçabilen bir varyantın ortaya çıkması da o kadar ertelenebilecektir. Ancak ne yazık ki salgın kontrol altına alınamadığı için Delta varyantı değişmeye ve hakim virüs olarak mutasyon biriktirmeye devam etmektedir. Delta-plus (Delta+) olarak tanımlanan mutant virüsler “+” biriktirmektedir. Yapılan tam genom dizileme araştırmaları iki mutasyon kazanmış delta virüslerini göstermektedir. Delta varyantının dört mutasyon (K417N, N439K, E484K, N501Y) kazanması (Delta 4+) durumunda antikorlardan çok fazla etkilenmeyeceğinden endişe edilmektedir. Buradan da anlaşılacağı üzere pandeminin sona ermesi için salgının olabildiğince kontrol altında tutulması gerekir. Bunun yolu da topluma yönelik tedbirler (farmakolojik olmayan önlemler: seyahat kısıtlaması, kapanma uygulamaları vb), bireysel önlemler ve aşılanmanın yaygınlaştırılmasından geçmektedir.

“BÜTÜN BİLİMSEL VERİLER COVID-19 AŞILARININ ETKİLİ VE GÜVENLİ OLDUĞUNU GÖSTERMESİNE RAĞMEN HALEN ÖNEMLİ SAYIDA KİŞİNİN AŞILARA TEREDDÜTLE YAKLAŞMASI PANDEMİNİN KONTROLÜNÜ ZORLAŞTIRAN ÖNEMLİ FAKTÖRLERDEN BİRİSİDİR. BU TEREDDÜTLERİ AŞMANIN YOLU İNSANLARA DOĞRU BİLGİYİ DOĞRU KAYNAKLARDAN AKTARMAKTAN GEÇMEKTEDİR”

Hangi aşıyı olalım?

COVID-19 için 1 yıl gibi bir sürede, gerek hastalığı, gerekse hastane yatışı ve ölümü engellemek konusunda son derece etkili ve güvenli aşılar geliştirilmiştir. Onlarca yıldır devam eden araştırmaların ve çalışmaların sonucu olan bu durum, modern tıbbın tarihteki en büyük başarılarından biri olarak değerlendirilmektedir. Şu ana kadar yaklaşık 10 ayda tüm dünyada toplam 6 milyar doz uygulanmış olan COVID-19 aşıları sayesinde yüzbinlerce insanın hayatı kurtarılmıştır. Günümüzde yaygın aşılama yapılan ülkelerde COVID-19 nedeniyle hayatını kaybeden kişilerin %90’dan fazlasını aşısız veya aşılarını tamamlamamış kişiler oluşturmaktadır.

Halen dünya genelinde uygulanmakta olan COVID-19 aşıları 4 farklı platformda üretilmiş aşılardır: 1. mRNA aşıları (BioNTech ve Moderna) 2. Viral vektör aşıları  (AZ-Oxford, Sputnik V) 3. İnaktive virüs aşıları (Sinovac) ve 4. Protein temelli aşılar (Novovax). Bu aşıların belirtili hastalığı önleme konusundaki etkililikleri %95 (mRNA aşıları) ve %60 (inaktive virüs aşıları) arasında değişmektedir. Ülkemizde uygulanan Sinovac aşısı ağır hastalık ve ölümü %85’in üzerinde BioNTech aşısı ise %95’in üzerinde engelleyebilmektedir.

Mevcut veriler değerlendirildiğinde, ülkemizde yaşlılar veya bağışıklığı baskılanmış kişilerde, bağışık yanıtlarının daha zayıf olması nedeniyle bağışıklığı daha güçlü uyardığı gösterilmiş mRNA aşısının kullanılması akılcıdır. Bu kişilerin ve sağlık çalışanlarının primer aşılamasının inaktive aşıyla yapılmış olması halinde, 2. aşıdan 3 ay sonra bir doz mRNA aşısı yapılması, hem heterolog aşılamanın daha iyi bir bağışık yanıt oluşturması, hem de mRNA aşısının daha immünojen olması nedeniyle tercih edilmelidir. Primer aşılaması 2 doz mRNA aşısıyla yapılan kişilerde rapel dozların ne kadar süre sonra gerekeceği konusunda var olan yayınlar ve gerçek yaşam verileri incelendiğinde, özellikle >65 yaşta ve bağışıklığı baskılanmış kişilerde 6. aydan sonra ek dozların gerekebileceği görülmektedir. Nitekim bu uygulamayı ilk başlatan (3. Doz BioNTech) ülke olan İsrail’den gelen veriler 65 yaş üstünde 2 doz uygulanan kişilerde 3. doz uygulanan kişilere göre belirtili hastalığın 11.4 kat, ağır hastalığın 15.5 kat fazla olduğunu göstermektedir (3). Bu veriler ışığında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi 22 Eylül 2021’de >65 yaş kişilere, 18-64 yaş arasında olup ağır COVID-19 riski taşıyanlara ve mesleksel veya çalışma ortamı nedeniyle yüksek virüs miktar ile COVID-19 olma riski olan kişilere 3. Doz BioNTech aşısı için onay vermiştir (4). Ülkemizdeki diğer aşı olan Sinovac aşısının oluşturduğu bağışıklık yanıtı mRNA aşılarına kıyasla hem daha düşük seviyede olmakta hem de daha kısa sürede azalmaktadır (5). Bu nedenle iki doz Sinovac ile aşılanmış kişilere 3. Aydan itibaren 3. Doz aşı uygulanması önerilmektedir.

Delta varyantı daha kolay bulaşabildiği için çocukları da diğer varyantlara kıyasla daha fazla etkilemektedir. Hastalık daha ağır seyretmese de çocuklarda belirtili COVID-19 geçirme sıklığı artmıştır. Bu nedenle çocukların aşılanması tüm dünyanın gündemindedir. Mevcut aşılar içinde BioNTech aşısı pek çok ülkede 12 yaş ve üzerindeki çocuklarda kullanım için onaylıdır. Yapılan çalışmalar BioNTech aşısının bu yaş grubunda etkili ve güvenli olduğunu göstermektedir (6). ABD dışında İspanya, İtalya, İrlanda, Fransa gibi pek çok ülke bu yaş grubundaki gençlerin önemli bir kısmını aşılamış durumdadır. Üretici firma olan Pfizer-BioNTech 5-11 yaş aralığındaki çocuklarda yürütmekte olduğu çalışmanın sonuçlarının da iyi olduğunu ve yakında kamuoyu ve bilimsel kurumlarla paylaşılacağını açıklamıştır (7).

“NE YAZIK Kİ PEK ÇOK ÜLKE AŞILAMADA HENÜZ ÇOK GERİDE OLDUĞU İÇİN DÜNYA GENELİNDE TAM DOZ AŞILI KİŞİLERİN ORANI HENÜZ %35 CİVARINDADIR. DOLAYISIYLA AŞILARA RAĞMEN 4. DALGAYI YAŞIYOR OLMAMIZ ŞAŞIRTICI OLMADIĞI GİBİ AŞILARIN ETKİSİZ OLDUKLARINI DA GÖSTERMEMEKTEDİR”

Bugüne kadar uygulanan 6 milyar dozdan fazla COVID-19 aşısı bu aşıların güvenli olduğunu göstermektedir. Yan etkiler mRNA aşılarında biraz daha sık görülse de geçici ve yaşamı tehdit etmeyecek türden yan etkilerdir. Buna karşılık hastalığın kendisi çok daha sık ciddi komplikasyonlara neden olmaktadır (8).

Bütün bilimsel veriler COVID-19 aşılarının etkili ve güvenli olduğunu göstermesine rağmen halen önemli sayıda kişinin aşılara tereddütle yaklaşması pandeminin kontrolünü zorlaştıran önemli faktörlerden birisidir. Bu tereddütleri aşmanın yolu insanlara doğru bilgiyi  doğru kaynaklardan aktarmaktan geçmektedir. Aşılarla ilgili merak edilen pek çok soruya güncel bilimsel bilgiler ışığında yanıt veren bir belge Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (Klimik)’in web sitesinde bulunabilir : https://www.klimik.org.tr/koronavirus/covid-19-asisi-olmak-pandeminin-kontrol-altina-alinmasinda-nicin-onemlidir/

Kaynaklar:

  1. https://www.worldometers.info/coronavirus/ (erişim tarihi 25 Eylül 2021)
  2. Liu Y, Arase N, Kishikawa J et al. The SARS-CoV-2 Delta variant is poised to acquire complete resistance to wild-type spike vaccines BioRxiv.  https://doi.org/10.1101/2021.08.22.457114
  3. Bar-on YM, Goldberg Y, Mandel M et al. BNT162b2 vaccine booster dose protection: A nationwide study from Israel. BioRxiv https://doi.org/10.1101/2021.08.27.21262679
  4. https://www.fda.gov/news-events/press-announcements/fda-authorizes-booster-dose-pfizer-biontech-covid-19-vaccine-certain-populations
  5. Lİ M, Yang J, Wang L et al. A booster dose is immunogenic and will be needed for older adults who have completed two doses vaccination with CoronaVac: a randomised, double-blind, placebo-controlled, phase 1/2 clinical trial. MedRxiv https://doi.org/10.1101/2021.08.03.21261544
  6. Hause AM, Gee J, Baggs J et al. COVID-19 vaccine Safety in Adolescentes Aged 12-17 Yeears- United States, December 14, 2020-July 16 2021. MMWR 2021; 70 (31):1053-8
  7. https://www.pfizer.com/news/press-release/press-release-detail/pfizer-and-biontech-announce-positive-topline-results

Sayı: 20

201 1

Pandeminin Sınıfsal Boyutu & Sonuçları

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu, COVID-19 pandemisi 18 ay değerlendirme raporunu yayımlandı. Son derece kapsamlı hazırlanan raporda pandeminin sağlık, ekonomik, kültürel, ekolojik, sosyal ve diğer yönlerden etkileri ele alındı.

Birçok çalışmada ortaya çıkan sonuçlardan biri de, COVID-19’un sosyoekonomik düzeyi düşük bölgelerde daha yaygın seyrettiği… Dolayısıyla aşılama oranları da bölgesel ve sosyoekonomik düzeye göre farklılıklar gösteriyor.

İki doz aşıyı yaptıranlar yüksek gelirli ülkelerde nüfusun %45,4’üne ulaşmış iken, düşük gelirli ülkelerde %2,3 gibi kabul edilemez düzeyde. Salgının kontrol edilmesinde iki doz aşı yapılan nüfus oranı için daha önce %70 eşiği öngörülüyorken Delta varyantının yüksek bulaşıcılığı nedeniyle bu oranın artık %85’in üzerinde olması gerektiği kabul edilmekte, ancak bu hedefe ulaşılması tüm coğrafyalarda mümkün olamayacaktır.

Ülkemizde de pandeminin sınıfsal sonucunu, TTB raporunda, aile hekimlerinin COVID-19 izlem listelerinde görmek mümkün; COVID-19 geçiren kişi sayısı salgının ana merkezlerinden olan İstanbul’un sosyoekonomik düzeyi düşük mahallelerinde, sosyoekonomik düzeyi yüksek mahallelerinden üç kata yakın daha fazla görülüyor!

Aşılama oranlarındaki farklılıklar da bu eşitsizliğe işaret ediyor. COVID aşılama oranı düşük olan bölgeler ile 65 yaşına gelmeden hayatını kaybeden kişi oranlarının yüksek olduğu iller arasında da bu benzerlik var. TUİK 2017 ölüm verilerine göre Mardin, Diyarbakır, Bitlis, Batman, Ağrı, Van, Muş, Şanlıurfa, Şırnak ve Hakkari’de 65 yaş üzerine gelmeden hayatını kaybedenlerin oranı %40 ve üzerinde. 2021 yılında bu iller iki doz aşılamanın en düşük olduğu iller arasında da yer almaktadır.

Ege ve Marmara bölgesinde COVID-19 aşılanma oranları daha hızlı yükselirken, Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesinde aşılanma oranları daha düşük seyrediyor. Halen Sağlık Bakanlığı tarafından günlük olarak verilen 18 yaş üzeri popülasyonda birinci doz aşılama oranları içinde bu bölgelerde aşılanma oranlarının daha geriden geldiği görülüyor. Güneydoğun ve Doğu Anadolu bölgesindeki aşılanma oranlarındaki düşüklük COVID-19 aşı kararsızlığının bu bölgelerde daha yüksek olduğunun bir göstergesi olabilir.

Pandeminin istatistiğine ilişkin elimizde detaylı veriler maalesef mevcut değil! TTB’nin ifade ettiği gibi, salgın sürecinin başarısında fazladan ölüm sayıları ana belirleyici… Ölüm verilerini eksik açıklamak ciddi bir halk sağlığı sorunu. TTB’nin yaptığı çalışmaya göre, Nüfusun %42’sinin yaşadığı 20 ilde; belediye, e-devlet, TÜİK ve diğer resmi yollardan elde edilen tüm veriler analiz edildiğinde; 2020 yılında, son üç yılın ortalamasına göre 48 bin fazladan ölüm gerçekleşmiştir. Bu, Türkiye’nin tamamı için 114.000 fazladan ölüm demektir.

TTB, sayıların netleşmesi için TÜİK’e ölüm ve ölüm nedeni istatistiklerinin derhal açıklanması çağrısında bulundu.

Sayı: 19

Hekimlik Mesleği ve Özelinde Yoğun Bakım Branşı Tercih Nedeni Olmaktan Çok Uzak!

Olağanüstü zamanlarda tecrübe edildiği üzere günümüz COVID-19 pandemisinde de yoğun bakım bilim dalının değeri, önemi, gerekliliği bir kez daha idrak edildi. Bu uzmanlık alanının çatı derneği olan Türk Dahili ve Cerrahi Bilimler Yoğun Bakım Derneği (TDCY) ve yoğun bakım uzmanları; Mayıs 2021 içerisinde; kamu otoriteleri ile birlikte online bir sempozyum gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu, Yükseköğretim Kurulu, Sağlık Bakanlığı, Tıpta Uzmanlık Kurulu ve Avrupa Yoğun Bakım Derneği yetkililerinin katılımıyla düzenlenen oturumda yoğun bakımcılar, eğitim ve çalışma hayatında yaşadıkları sorunları ve çözüm önerilerini ifade ettiler. Aynı zamanda Mayıs ayının Yoğun Bakım Farkındalık Ayı olarak kabul edilmesini talep ettiler.

Yoğun Bakım Neden Tercih Edilmiyor?

Yoğun bakım bilim dalı maalesef tercih edilmeyen bir branşa dönüştü. 2017 yılından sonra dramatik şekilde yoğun bakımın tercih edilme oranı düştü. Dahiliye, anestezi ve nöroloji bölümünde 2017 yılından sonra dramatik bir düşüş gözleniyor. Enfeksiyon hastalıkları, genel cerrahi gibi göğüs hastalıklarında da son dönemde neredeyse yoğun bakım kadroları hiç tercih edilmiyor. Öncesinde neredeyse yüzde yüz tercih edilen yoğun bakım neden böyle bir düşüş grafiği içerisinde diye düşündüğümüz zaman, Derneğin ifade ettiği nedenler şöyle:

Yoğun bakım uzmanlarının üçüncü basamak veya genel yoğun bakım ünitesi dışında görevlendirilmeleri, uzmanlığın mevzuatta tanımlanmaması dolayısıyla branşın geleceğinin belirsizliği, performans puanlarının düşüklüğü, özel hastanelerde yoğun bakım yatak sayısının fazla olmasına karşın yoğun bakım uzmanı bulundurulmaması, ana dal kadrosunda da çalışma hakkı tanınmaması gibi nedenlerden ötürü branşın tercih edilirliğinde anormal bir düşme söz konusu!

Yoğun Bakım Farkındalığı

TDCY bu sorunları ve çözüm önerilerini ifade ettiği toplantı ile hem mevcut duruma ilişkin kamu otoritelerini bilgilendirdi hem de branşın popülaritesini arttırmak gayesiyle Mayıs ayının son haftasının Yoğun Bakım Farkındalık Haftası olarak Sağlık Bakanlığı takvimine eklenmesini talep etti.

Mesleği Cazip Hale Getirmek!

Toplantıya Hollanda’dan katılan Avrupa Yoğun Bakım Derneği Başkanı ve Hollanda Utrecht Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Jozef Kesecioğlu, Almanya’da da yoğun bakım branşının daha az tercih edildiğini ifade ederek, “Gençler, meşakkati daha az olan branşları tercih ediyorlar. 5 – 6 yıl önce bu durumu biz de yaşamıştık. Mesleği cazip hale getirerek bu sorun halledilebilir. Benim kanaatim, kişilere sadece maddi açıdan değil fakat manevi açıdan da gerekli yerde gerekli pozisyonu vermekle bunlar düzenlenebilir. Yoğun bakımcıların da tek bir sesle konuşmaları ve isteklerini açık bir şekilde belirtmeleri çok önemli!” diye konuştu.

Hekimlik Mesleğini Tercihi Azaldı

Yoğun bakımın ötesinde genel olarak hekimliğin tercih edilmediğini ifade eden diğer bir isim olan Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci ise TÜSAP toplantısında, “Pandemi döneminde hekimlere saygı arttı ama gençlerde hekimlik mesleğini tercih etme isteği artmadı. Sorumluluk almanın özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken olduğunu düşünen gençlerin bu mesleği daha az tercih ettiği görülecek” dedi.

Pandemi eğitim, sosyal ve çalışma hayatımızı derinden etkiledi; ilerleyen süreçte bunları daha iyi kavrama imkanımız olacak elbet ama özellikle bazı sektörler, iş kolları ve tıp bilimlerinde halihazırdaki değişme ivmesi pandemi sürecinde iyice hız kazandı. Kamu otoritelerinin, yasa yapıcıların başta sağlık olmak üzere hayati değerde olan alanları iyileştirmesi, buradaki eğitimi daha nitelikli ve kaliteli; çalışma hayatını daha özendirici ve cazip bir noktaya taşıması kaçınılmaz hale geldi.

Sayı: 18

18 kapak 1

Pandemi ile Geçen bir Yılda Neler Yaşadık?

Pandeminin 1. yılını geride bırakması dolayısıyla, salgının başından beri halk sağlığını gözeterek sorumlulukla hareket eden Türk Tabipleri Birliği (TTB) hem 14 Mart Tıp Bayramı hem de pandemi yıl dönümü vesilesiyle Mart ayında uluslar arası katılımcıların da olduğu bir çok etkinlik düzenledi.

Pandeminin etkileri; birinci basamak hizmet sunumu, tıp eğitimi, yeni mezun hekimlerin bilgi ve deneyim düzeyi, uzmanlık eğitimi, hastanelerin fiziksel ve idari yönetimleri, tıp fakültelerinin niteliği ve sayısal dağılımı, öğrenci kontenjanları, sağlık insan gücü, tele-tıp, koruyucu hekimlik, halk sağlığı uzmanlığının önemi, yoğun bakım klinikleri, özel hastaneler açısından tartışıldı. Türkiye, pandeminin yıkıcı etkilerini eğitimden hizmete uzanan geniş yelpazenin her renginde yaşıyor.

‘Şirket Hastanelerinin’ Zorlu Sınavı

TTB Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Türk Toraks Derneğinin yaptığı çalışmayı aktararak, “Çalışılan kuruma göre COVID-19 geçirme dağılımı yüzdesine bakıldığında şehir hastaneleri yüzde 31 ile yüksek bir yüzdeye sahip! ‘Şirket Hastaneleri’ de dediğimiz şehir hastanelerinin mimarilerini; açılmayan camlarını, merkezi havalandırma sistemleriyle ilgili sorunlarını yakından biliyoruz” diye konuştu.

Yeni Mezunlar İçin Oryantasyon Eğitimi

Tıpta uzmanlık eğitiminin son bir yıldaki durumuna ayna tutan Tıpta Uzmanlık Kurulu Üyesi Prof. Dr. Orhan Odabaşı’nın ifadeleriyle, “Ne yazık ki mezunlarımızın büyük bir bölümü son yıl eğitimlerini çok acil bir – iki staj dışında tamamlayamadı. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumları yaşama fırsatları olmadı. O yüzden Sağlık Bakanlığının, mezunları bir oryantasyon eğitimine alması gerekli. “Önümüzdeki birkaç yıl belki 5 – 10 yıl süresince de telafisi güç sıkıntılarla karşılaşmamak adına hızlıca tıp fakültelerinin öğrenci kontenjanlarının belli bir oranda düşürülmesi gerekiyor”

Aşılamada Çok Başlardayız

COVID-19 pandemisinin kısa panoramasını sunan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Pala ise, aşılama hızına ilişkin şu çarpıcı yorumda bulundu:

“Aşılamada çok başlardayız ve eğer biz günde ortalama 200 bini bulmayan bir aşılama politikasını böyle devam ettirecek olursak önümüzde aşağı yukarı 18 – 19 ay civarında bir zaman söz konusu olacak. Şu an ki aşılama hızı ile gidersek 2021 yılının sonuna kadar dünyanın yarısının bile aşılanma ihtimalinin olmadığı hesaplamalarla ortaya konmuş durumda. Bu durumda pandeminin özellikle yeni endişe veren varyantlarının etkisiyle birlikte hem 2021’i hem de 2022’yi kapsayacak kadar uzaması söz konusu olabilir.”

Pandemide Görünmez Kılınanlar

Pandemide görünmez kılınanları anlatan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış, “Türkiye’de 5 milyonu aşan kayıtta yabancı uyruklu insan yaşıyor ve COVID-19 sürecinde onlara yapılan test sayısını, vaka sayısını, ölüm rakamlarını hiç bilmiyoruz. Aşıya erişimi de bilmiyoruz. Unutmayınız ki mültecilerin ulaşılabilir en yüksek sağlık standardından yararlanma hakları var ve devletler topraklarındaki tüm insanlar için sağlık hakkını korumak ve geliştirmekle yükümlü” diye konuştu.

Evde Artan Şiddet

Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış, evde kalma süreci ile birlikte artan şiddete dikkat çekerek, “Evde kalma, ev içinde şiddete uğrama olasılığını da artırdı. Mesela İngiltere’de, şiddet gören kadınlar için dokunarak sessiz alarm verebilecekleri bir sistem kurulmuş” dedi. İstanbul Sözleşmesinin her maddesinin titizlikle uygulanmasına hayati ihtiyaç duyduğumuz günler yaşıyoruz. Pandeminin yıkıcı etkilerini bu açıdan görmemek mümkün değil! Bu tabloya rağmen iyimser olmak, geleceğe umutla bakmak zorundayız.

Sayı: 17

Merhaba 2021!

Pandeminin gölgesinde yeni bir yılı karşıladık; fakat umudumuz var: Aşı! Ülke politikalarının belirleyeceği doğrultuda aşılara erişim sağlanabilecek… Bu sayıda aşılara ilişkin çalışmalara yer verdik. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi ve Aşı Bilimi Derneği Başkanı Prof. Dr. Adnan Yüksel Gürüz’ün verdiği bilgilere göreİ 10 Aralık 2020 itibariyle Faz-1’de olan yani klinik aşamayı geçen ortalama 40 aşı var; klinik aşamayı geçmeyen 162 aşı çalışması var ki Türk aşıları da buna dahil… Faz-2’de 17 aşı var. Faz-3’te 14 aşı var; sınırlı / erken kullanım izni alan 6 aşı var.

Hekimler Türkiye’den Göç Ediyor

Türk Tabipleri Birliği (TTB) 26. Tıpta Uzmanlık Eğitimi Kurultayı (UDEK) 12-13 Aralık 2020 tarihleri arasında online yapıldı. TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın verdiği bilgilere göre; Ülkenin içinde bulunduğu politik ortamdan kaynaklı gelecek kaygısı taşıyan yetişmiş sağlık emek gücünün önemli bileşeni olan genç hekimler yurtdışına göç ediyor. 2019 yılından başka bir ülkede çalışabilmek için Türkiye’den göç eden hekim sayısı 1047. Ortalama 9 tıp fakültesinin birinci sınıf kontenjanına denk gelecek kadar hekim yurtdışına göç etti. 2020 yılının 11 ayında yurtdışında çalışabilmek için TTB’den iyi hekimlik belgesi alan hekim sayısı 835’tir.

Hekimlere Hizmet Sözleşmesi Dayatması

Üniversite hastanelerinde görev yapan hekimler ise Sağlık Bakanlığı’nın yeni bir sürpriziyle karşılaştı. Buna göre, Devlet Üniversiteleri tıp fakülteleri öğretim elemanlarının en geç 31 Aralık 2021 tarihine kadar 1 yıl süre ile geçerli olmak üzere gönderilen Tip Hizmet Sözleşmelerini imzalamaları istendi. TTB’den yapılan açıklamaya göre; Yönetmelik, YÖK’ün görüşü dikkate alınmadan yayımlandı; bireysel sözleşme zorunluluğu öğretim elemanlarının güvenceleri ile akademik işleyişi ihlal ediyor; uzmanlık eğitimi ile ilgili standartlar Bakanlığın belirsiz kriterlerine bağlı kılınıyor; başhekimlere tanınan yetki tıpta lisans ve uzmanlık eğitimini olumsuz etkileyecektir; kongre de dahil izin ve benzeri işlemler için öngörülen onay zorunluğu hakkın özünü zedeliyor. TTB tıpta uzmanlık derneklerini bilgilendirerek hekimleri sözleşmeyi imzalamayı reddetmeye çağırdı.

Sağlıkta Dijital Yatırım Artıyor

Tele sağlık, sağlıkta dijitalleşme pandemi ile birlikte küresel ölçekte yatırımın arttığı bir başka alan olarak karşımıza çıkıyor. Kamu ve özel sağlık sektörünün her platformda önemle dikkat çektiği bu konuda Memorial

Sağlık Grubu CEO’su Uğur Genç’in verdiği bilgilere göre, “Sadece dijital değil global tele sağlık pazarına baktığımızda büyük bir potansiyel görüyoruz; 2019’da 45,5 milyar dolardan 2026’da yıllık ortalama yüzde 20 büyüme ile 175 milyar dolara ulaşması tahmin ediliyor. Amerika Teletıp Birliğine göre 2030’da ABD’deki sağlık hizmetlerinin yüzde 50’sinin sanal gerçekleştirileceği tahmin ediliyor. Şirketler sağlıkla ilgili dijital ürünlere çok fazla yatırım yapmak durumundalar. Gelecek 5-10 yıl içinde çok fazla yatırım, sağlık uygulamaları içerisinde olacak.”

2021 yılı bu ortamda bizlere merhaba dedi;

Daha iyi ve her yönden daha sağlıklı bir dünyada yaşayabilmek umuduyla
Keyifli okumalar dileriz.

Sayı: 16

Kapak 16

Dünyanın En Çok Sağlığa İhtiyacı Olan Dönemde Sağlık Şirketleri Neden Batıyor?

Online toplantıların hem iyi hem kötü tarafı şu; hiçbir toplantıyı, sempozyumu, kongreyi kaçırmıyorsunuz… Öte yandan her yıl rutin katıldığınız ve yüz yüze sohbetine alışkın olduğunuz insanlara sadece uzaktan el sallamakla yetiniyorsunuz.

Görünen o ki bu kış böyle geçecek ve bence online konsept, üstte belirttiğim konforundan ve mini ekonomisinden dolayı, daha tercih edilebilir olabilir.

Medikal sektörün bir araya geldiği Sağlık Zirvesinin dokuzuncusu bu sene online düzenlendi. Sağlık turizmi ile Tamamlayıcı Sağlık Sigortası (TSS) öne çıkan iki konu oldu. Kongreden bir süre önce, mini bir sempozyum yapıldı ve TSS derinlemesine tartışıldı. Buradan çıkan sonuçlar da, ki buna bir nevi ortak aklı toplantısı da denilebilir bence, Kongrede sunuldu.

TSS Yine Yeniden Gündemde

Buna göre, kamu karar vericilerin nezdinde TSS mutabık kalınan bir uygulama! TSS %200 fark sınırının kalktığı yasal bir imkan sağlıyor. Sağlık poliçesi ihraç edilerek sağlık turizmi pazarının büyütülmesi de ayrıca mümkün!

Doğru poliçe fiyatı için bireysel sağlık sigortası riskinin ölçülebilmesi kritik öneme sahip! Katastrofik sağlık harcamalarının TSS kapsamına alınması değerlendirilmeli… TSS maliyetlerinin artması uygulamanın topluma yayılımı engeller. İşveren, çalışan ve bireyler için bireysel emeklilik benzeri pirim teşvikleri getirilmeli… Gelir vergisi kanununda yapılacak değişiklik ile vergi teşvikleri kombine edilmeli; sadece TSS değil özel sigortalar da teşvik edilmeli.

Cumhurbaşkanlığı: “TSS Gerekli”

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının görüşleri de bunu destekleyici nitelikte… Daire Başkanı Osman Nuri Erdem“TSS’nin geliştirilmesi GSS sisteminin mali sürdürülebilirliğinin güçlendirilmesi için son derece gerekli. Geniş kamu sağlık teminat paketinin daraltılmasıyla TSS’ye alan açılmalı” diye konuştu.

USHAŞ’a Yeni Yönetim

Kongrede öne çıkan bir diğer konu Sağlık Turizmi idi… Yaklaşık 2 aydır görevde olan USHAŞ Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Salih Kenan Şahin, şikayet mekanizmasını uygulamaya başlayacaklarını belirterek, “Yurtdışından gelen misafirlerimizin aldığı hizmetin teminatı olan şikayet mekanizması üzerinde çalışmalara başladık. hedefimiz sağlık turizminde sağlık lideri olmak” dedi. Ayrıca henüz kurulan Tıbbi Ürün Ve Hizmet İhracatçıları Konseyine (TÜHİK) dikkat çekti.

Google Health Pazarlama Müdürü Neler Anlattı?

Bu süreçte takip ettiğimiz bir başka ilgi çekici webinar, Araştırmacı Tıp Teknolojileri Üreticileri Derneğinin (ARTED), sektörün ve sağlık ekosisteminin geleceğini konuşmak üzere başlattığı“Geleceğin Sağlık Ajandası” webinar serisi oldu. Yurtiçinde yaşadığımız klasik sağlık gündeminden bambaşka bir yöne başımızı çevirdik ve Google Health Pazarlama Müdürü Cozi Namer!i dinledik. Namer, pandemi deneyiminden çıkan sonucu şöyle özetledi:

“Birkaç inovasyon dışında sağlıkta 4. endüstri evresine geçilemediğini düşünüyorum. Düşünün ki hastaneye gidiyorsunuz ve bir bekleme odasına alınıyorsunuz… Dünyada nerede bekleme odası konsepti kaldı? Her ziyaretinizde siz sağlığı beklemek zorundasınız.”

Öte yandan pandemi dolayısıyla 2020 yılında dijital sağlık yatırımlarında patlama yaşandğına dikkat çeken Namer, şunları söyledi:

“Yatırım rakamı ortalama 9,4 milyar dolar! Tarihin en büyük yatırımı denilebilir. Hastaneler 300 milyar dolar para kaybetti. Dünyanın en çok sağlığa ihtiyacı olan dönemde sağlık şirketleri neden batıyor? Çünkü sistemleri hasta bakımına odaklı, sağlık tedarik etmeye değil! Bir hastane senin sağlığınla ilgilenmiyor, hastalığınla ilgileniyor.”

Enteresan değil mi? Cozi Namer’in ifadeleri üzerinde düşünülmeyi hak ediyor…

Keyifli okumalar…

Sayı: 15

Kapak15

Covid-19 Bilimsel Veriye Dönüşebilecek mi?

klinikiletişim’in bu yaz sayısında, covid-19 pandemisinin etkilerini tartışmaya devam ediyoruz. Sağlık sektörü üzerinde hiç kuşkusuz, kalıcı etkilere sahip olması beklenen bu salgın, önümüzdeki süreçte hizmet sunucularının yatırımlarını, politikalarını yeniden şekillendirecek. Özel ve kamu sağlık hizmeti sunucuları, medikal endüstri, ilaç endüstrisi ve politika üreticiler önümüzdeki on yılların planlamasını yaparken salgın hastalık gibi krizleri önemli bir parametre olarak düşünecekler!

Sorular, Sorular…

klinikiletişim’e konuk olan sağlık yöneticilerinin de sıklıkla ifade ettiği üzere, Sağlık Bakanlığı salgın yönetiminde şeffaf davranmaya gayret gösterdi. Fakat halen açıklığa kavuşturulamayan birçok husus gizliliğini korumaya devam ediyor. İlk akla gelenler arasında; salgının mali boyutu, dağılım periyodu, bilimsel veri toplayabilme imkanı, hastanelere getirilen bilimsel çalışma kısıtı, şehir hastanelerinin ödemeleri ve inşaatı devam edenlerin gelecekteki durumu, Atatürk havalimanına yapılan salgın hastanesinin işlevi sayılabilir.

Covid-19 ile gelen “kazanım”!

Bu süreçte önem kazanan yoğun bakım kliniklerinin, bundan sonraki süreçte nasıl devam edeceklleri de ayrı bir merak konusu… Sağlık Bakanlığı Covid-19 Bilim Kurulu ve Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Covid-19 Yoğun Bakım Bölüm Başkanı Prof. Dr. Arzu Topeli İskit, salgın ile birlikte ilk kez yoğun bakım kliniklerinin tam kapasite ile hizmet verebildiğini söyledi ve “Biz ilk defa iki hastaya bir hemşire ve daha çok sayıda doktor ile çalıştık ki bu olması gereken aslında… Normal şartlarda dört hastaya bir hemşire veya çok az sayıda doktor ile hizmet veriyoruz. Bu dönemde ilk defa personel sayımız ve altyapımız geliştirildi, malzemeler, eksik cihazlar satın alındı ve hatta kapalı olan yataklarımız dahi açıldı” diye konuştu.

Bilimsel Verilerin Gücü

Prof. Dr. Arzu Topeli İskit, röportajında, pandeminin çok iyi değerlendirilmesi gereken bir fırsat sunduğunu da ifade ederek, “Türkiye covid-19 ile mücadelede kendi kurumum da başta olmak üzere çok başarılı oldu. Bizim bu sonuçları bilimsel veriye dönüştürmemiz lazım. Bu başarıyı bilimsel veriye dönüştürmediğimiz sürece bunu dünyaya anlatamayız” diye konuştu.

İzne Bağlı Bilimsel Araştırma!

Öte yandan, Sağlık Bakanlığı anlaşılmaz bir şekilde, covid-19 konulu bilimsel çalışma yapılmasını kendi iznine bağladı! TTB, birçok uzmanlık derneği ile birlikte yaptığı açıklamada bunun kabul edilemez olduğunu ifade etti ve açıklamada “Hekimlerin, çalıştıkları yerlere bakılmaksızın, kişilerin kimlik bilgilerinin gizli kalmasına özen göstererek, COVID-19 ile ilgili sağlık hizmeti sırasında elde edilen kişisel verilerden yararlanarak, bilimsel araştırma yapma hakkı bulunmaktadır” denildi.

Bilimsel çalışmaların teşvik edilmesi, artırılması ve daha nitelikli hale getirilmesi gereken ülkemizde, böylesi bir kısıtlama, Sağlık Bakanlığının pandemi yönetimine ilişkin akılda tutulması gereken çok ciddi bir geri adımdır.

Fatma Ergüzeloğlu
Genel Yayın Yönetmeni