FERDA BAYŞU: “MDR’NİN TÜRKİYE’DE UYUMLU HALE GETİRİLEREK YAYIMLANMASI İÇİN JONSON & JOHNSON MEDİKAL CİHAZLAR TÜRKİYE OLARAK, GEREKLİ TÜM SEKTÖR ÇALIŞMALARINA İLK GÜNDEN BERİ DAHİL OLDUK OLDUK”
Ferda Bayşu
Tıbbi Cihaz Yönetmeliği 2 Haziran 2021 tarihli ve 31499 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak Avrupa Birliği (AB) mevzuatı ile tam uyumlu hale getirildi. Yönetmelik ile tıbbi cihazların kalitesi artırılarak hasta ve kullanıcıların sağlık ve güvenliğinin yüksek seviyede korunması, yüksek kalitede tıbbi cihaz temini, inovasyonun desteklenmesi, şeffaf, sağlam ve sürdürülebilir bir tıbbi cihaz piyasası oluşturulması hedefleniyor.
JnJ Sürecin Başından itibaren aktif rol oynadı
Sektörün öncü oyuncularından Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye Pazar Erişim ve Kurumsal İlişkiler Yöneticisi Ferda Bayşu süreci şöyle değerlendirdi:
“2017 yılından itibaren Avrupa Birliği (AB) bünyesinde kabul edilen Tıbbi Cihaz Yönetmeliği’nin (MDR) Türkiye’de uyumlu hale getirilerek yayımlanması için Jonson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye olarak, gerekli tüm sektör çalışmalarına ilk günden beri dahil olduk olduk. Aynı zamanda MedTech Europe Ulusal Dernekler ağı üyesi olan firmamız, Yönetmeliğin hazırlanan ilk taslak metin çalışmalarından başlayarak, gerek MedTech, gerekse MedTech üyesi olarak Türkiye’yi temsil eden ulusal dernek konumunda olan Araştırmacı Tıp Teknolojileri Üreticileri Derneği (ARTED) ile olan lokal ve uluslararası gerçekleşen tüm çalışmalarda yer almış, gerekli tüm adımları proaktif şekilde değerlendirmiş ve konuya ilişkin hazırlanan tüm bilgi notlarıyla ilgili tüm toplantılarda hazır bulunarak katkı sağlamış, gereken aksiyonları sektör ile birlikte değerlendirmiştir.”
Serlin Ceran
SERLİN CERAN: “HER TÜRLÜ REGÜLASYON ÇALIŞMASI ELBETTE ZAMAN İSTİYOR, EMEK İSTİYOR, İŞ BİRLİĞİ VE ÇOK ÇALIŞMA GEREKTİRİYOR. BU SÜREÇTE DE BAZI AKSAKLIKLAR, ZORLUKLAR YAŞANDI. FİRMALARIN DA DERNEKLERİN DE KOORDİNASYON ÇALIŞMALARI TÜM HIZIYLA DEVAM ETTİ”
“Sektör Toplantılarında Yer Aldık”
Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye Regülasyon Yetkilisi ve aynı zamanda ARTED Regülasyon Alt Çalışma Grubu Başkan Yardımcısı Serlin Ceran da TİTCK, MedTech ve Avrupa Birliği (AB) Komisyonu arasında düzenlenen tüm toplantılara iştirak ettiklerini, her aşamasını dernek üyeleri ile değerlendirdiklerini ifade etti ve “2021 başından itibaren söz konusu mevzuatın Ürün Takip Sistemi (ÜTS)’ye nasıl ve ne şekilde yansıyacağı adına yapılan tüm sektör toplantılarında aktif rol oynayarak hem sektör hem firma ihtiyaçlarımızı süreç öncesinde tamamlayabilmek için çok uğraştık” diye konuştu.
“Regülasyon Çalışmaları Zaman İstiyor”
Serlin Ceran şöyle devam etti:
“Her türlü regülasyon çalışması elbette zaman istiyor, emek istiyor, iş birliği ve çok çalışma gerektiriyor. Bu süreçte de bazı aksaklıklar, zorluklar yaşandı. Firmalar kendi bünyelerindeki uluslararası organizasyonları ile detayları değerlendirirlerken, aynı zamanda dernekler olarak da koordinasyon çalışmaları tüm hızıyla devam etti. Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) ve Ticaret Bakanlığımız ile yürütülen çalışmalar eşliğinde hazırlanan notları firma bünyelerimizde ve MedTech aracılığıyla mevzuat komisyonları ile çalışmalar yürüttük.
Johnson & Johnson Medikal Cihazlar Türkiye olarak benzer ülke uygulamalarında öncü olma hedefimiz doğrultusunda, ekibimizi sistem entegrasyonu için hazırladık ve yeni mevzuata uygun şekilde kayıtlarımıza başladık.
Sektör olarak MDR süreç geçişinde ülke başarımıza çok inandık, birbirimize güvendik ve kaliteli, yüksek teknolojiye sahip ürünlerin hastalarımıza ulaştırmak adına önümüze çıkan tüm engelleri aştık. Her zaman olduğu gibi Johnson & Johnson Andımız’da da belirttiğimiz değerler çerçevesinde, hastalar ve toplum sağlığı için çalışmaya devam ediyoruz.
Bu zorlu süreci beraber aşmamıza destek olan firma yetkililerim başta olmak üzere, Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurum (TITCK) yetkilileri, Ticaret Bakanlığı, ARTED ve SAM-ÜTS sektör platformuna bu güzel başarı ve birlik olma hikayemizden dolayı şükranla saygılarımı sunarım.”
Neden MDR Sistemi
Onaylanmış kuruluşların gözetimi, şeffaflık ve izlenebilirlik, uygunluk değerlendirme faaliyetleri, piyasa gözetimi ve denetimi, vijilans, klinik araştırmalar ve klinik değerlendirmeler nedeniyle MDR sistemine geçildi. MDR sistemi yapısal olarak MDD’den farklılıklar arz ediyor. MDR 175 sayfa, 123 madde ve 16 ekten oluşan son derece kapsamlı bir metin.
MDR’deki Kapsam Farklılıkları
Tanımlarda da farklılıklar söz konusu… MDR’de tıbbi cihaz tanımına hastalığın tahmini, hastalığın tahmini, prognozu, fizyolojik ya da patolojik sürecin veya durumun araştırılması, ikame edilmesi veya modifikasyonu, insan vücudundan elde edilen örneklerin in vitro tetkiki vasıtasıyla bilgi sağlanması amaçları, implantlar ile reaktifler, gebeliğin desteklenmesine yönelik cihazlar, tıbbi cihazların, cihaz aksesuarlarının ve Ek XVI’daki ürünlerin temizliği, dezenfeksiyonu veya sterilizasyonu için özel olarak tasarlanan ürünler eklendi. (EK XVI içerisinde örnek cihazlar Ø renkli kontakt lensler Ø liposakşın Ø dermal dolgular Ø ıpl, epilasyon lazerleri Ø dövme silme ekipmanları yer alıyor.)
Aksesuar tanımına da tıbbi cihazın/cihazların kullanım amacı/amaçları bakımından tıbbi işlevselliğine doğrudan ve spesifik olarak yardımcı olmak için kullanılan parçalar eklendi.
PROF. DR. SİMTEN MALHAN: “HAFİF ŞİDDETTEKİ HASTALIK MALİYETLERİ 6.830,5TL, ORTA ŞİDDETTEKİ HASTALIK MALİYETLERİ 8.791,1TL, AĞIR ŞİDDETTEKİ HASTALIK MALİYETLERİ 13.405,9TL”
PROF. DR. SİMTEN MALHAN: OKSİJEN GEREKSİNİMİ OLMAYAN HASTANIN TEDAVİSİ 8.095,2TL, OKSİJEN GEREKSİNİMİ OLAN HASTANIN TEDAVİSİ 16.747,5TL VE OKSİJEN TEDAVİSİ İLE BİRLİKTE YOĞUN BAKIM İHTİYACI OLAN HASTALIK MALİYETİ 30.257,3TL”
Prof. Dr. Simten Malhan
22. TÜSAP Toplantısı, sağlık finansmanı ana başlığı altında “COVID-19 Tedavisinin Ekonomik Yükü” teması ile 21 Mayıs Cuma günü, kamu, STK ve özel sektör temsilcilerinin katılımı ile Exponext by Ekspoturk online platformda yapıldı. Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Simten Malhan’ın ana konuşmacı ve İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Öğretim Üyesi ve Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Haluk Özsarı’nın moderatör olarak yer aldığı22. TÜSAP Toplantısı, Abbott, Atabay Kimya, Eczacıbaşı, Janssen ve Roche Türkiye firmalarının katkıları ile düzenlendi.
COVID-19’un aşı ve test hariç sağlık sistemi üzerindeki 12 aylık toplam tıbbi maliyetinin 3 trilyon 700 milyonTL olarak saptandığını söyleyen Prof. Dr. Simten Malhan, ayaktan tedavi ettiğiniz ya da ortalama 9 gün yatırdığınız hasta grubu için harcanan bu rakamın buz dağının sadece görünen yüzü olduğunu belirtti. İkinci başvuru, aşı ve test gibi harcamalarla birlikte küresel olarak uzun yıllar sürecek ekonomik, sosyal ve psikolojik maliyetlere de dikkat çeken Malhan, bu maliyetlerin çok daha büyük ve vahim olduğunu kaydetti.
22. TÜSAP Toplantısında İstanbul Üniversitesi – Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde tedavi gören 1056 hastanın hasta başı ortalama maliyeti baz alınarak Sağlık Bakanlığı verilerinin toplam hasta sayısına yansıtılması ile elde edilen 12 aylık COVID-19 hastalık maliyet yüküne ilişkin yapılan çalışmanın verileri paylaşıldı. Çalışmanın hasta COVID olduktan sonra hastane muayenesindeki Sağlık Bakanlığı ve SGK üzerindeki sağlık sistemine olan yükünü kapsadığı; aşı ve test maliyetleri gibi doğrudan maliyetlerin yanı sıra insan kaynağı, hastane altyapı, idari ve sabit maliyetler gibi dolaylı maliyetlerin de bu maliyetlerin dışında tutulduğu belirtilerek araştırma yapılırken sadece tanı, tedavi, ilaç gibi direkt tıbbi maliyetlerin dikkate alındığı vurgulandı.
Prof. Dr. Simten Malhan: “Hafif Şiddetteki Hastalık Maliyeti 7 Bin TL”
COVID-19’un sadece tedavi maliyeti değil ekonomik, sosyolojik, psikolojik maliyetleri olduğundan da bahseden Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Simten Malhan, COVID-19’un aşı ve test hariç sağlık sistemi üzerindeki 12 aylık toplam tıbbi maliyetinin 3 milyar 700 milyon TL olarak saptandığını söyledi. Bu rakamın devlet sağlık harcaması içindeki payının yaklaşık yüzde 2, SGK sağlık harcaması içindeki payının yaklaşık yüzde 3.8 olduğunu kaydeden Malhan, hastalığın şiddeti yükseldikçe tedavi maliyetlerinin de arttığını kaydetti. Malhan, “2018 yılında Türkiye’de 50 bin hasta için akciğer kanseri maliyeti 8,7 milyar TL idi. 2017 yılı IQVIA çalışmasına göre Türkiye’de 7,5 milyon kişi için Tip 2 diyabet tedavisinde uyum ve sürekliliğin geliştirilmesi için önümüzdeki 10 yıl için ortalama direkt maliyet 17 milyar TL olarak saptandı. Yıllar içinde komplikasyon geliştiren ve daha ağır tablolar ortaya koyabilen, uzuv kaybı ve organ yetmezliklerine sebep olabilen bu kronik hastalık örneklerine baktığımızda sadece COVID için, yani bir epizot maliyetinden söz ediyorum, 9 gün yatırdığınız ve ayaktan tedavi ettiğiniz hasta grubu için 3,7 milyar TL harcandığını düşündüğümüzde COVID-19’un sağlık sistemine çok önemli bir yükü olduğunu görebiliyoruz. İkinci başvurular olduğunda bu yük daha da ağırlaşacak. COVID-19’un yükü burada da bitmiyor. Bizim sunabildiğimiz bu rakamlar buz dağının sadece görünen yüzü. Alttaki maliyetler ise çok daha büyük ve vahim. Ekonomik, sosyolojik ve psikolojik olarak yıllar boyu tüm küreyi etkileyecek.” dedi.
Yatış Süresi 9 Gün
Hastanede ortalama yatış süresinin 9 gün olarak belirten ve bu yatış sürecinde ağır şiddetteki hastalık maliyetleri ile oksijen tedavisi maliyetlerinin tedavi sürecindeki toplam maliyetleri iki katına çıkardığına dikkat çeken Malhan, “Hafif şiddetteki hastalık maliyetleri 6.830,5TL, orta şiddetteki hastalık maliyetleri 8.791,1TL, ağır şiddetteki hastalık maliyetleri 13.405,9TL ve bununla birlikte oksijen gereksinimi olmayan hastanın tedavisi 8.095,2TL, oksijen gereksinimi olan hastanın tedavisi 16.747,5TL ve oksijen tedavisi ile birlikte yoğun bakım ihtiyacı olan hastalık maliyeti 30.257,3TL.” diye konuştu.
Sağlığa Erişimde Yüzde 50 Düşüş
Dünya genelinde koronavirüs salgını sebebiyle düşük ve orta gelirli 117 ülkede sağlık hizmetlerine erişimde yüzde 50 oranında düşüş olduğunu ifade eden Malhan, “Her 16 saniyede 1 ölü doğum oluyor. 12 aylık bir dönemde yaklaşık 200 bin ilave ölüm kaydedildi. 12 aylık bir dönemde 13 ülkede ölü doğum oranlarında yüzde 20’lik olmak üzere dünya genelinde ölü doğum oranlarında yüzde 11,1’lik artış görüldü.” dedi.
Rutin Aşılama Hizmetlerinde Aksamalar Yaşanıyor
COVID-19 pandemisinden dolayı kızamık, sarı humma ve çocuk felci gibi aşıların rutin olarak yapılamamasının da bir maliyeti olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Malhan, “DSÖ’nün anketine göre 2020’deki durum ile karşılaştırıldığında belli bir ilerleme kaydedilmiş olmasına rağmen yanıt veren ülkelerin üçte birinden fazlası yani yüzde 37’lik oranı rutin aşılama hizmetlerinde halen aksamalar yaşıyor. Toplu aşılama kampanyaları kesintiye uğradı. Bu tür kampanyaların 60 tanesi halihazırda 50 ülkede ertelenmiş durumda. Sonuç olarak bu durum çoğu çocuk olmak üzere yaklaşık 228 milyon insanı kızamık, sarı humma ve çocuk felci gibi hastalıklara karşı risk altında bırakıyor. Ertelenen kampanyaların 23’ünün kızamık kampanyaları olması, tahminen 140 milyon insanı risk altında bırakıyor.” şeklinde konuştu.
PROF. DR. SİMTEN MALHAN: “2020 THE LANCET CAUNTDOWN RAPORUNA GÖRE PANDEMİ ASLINDA İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN SONUCUDUR. DÜNYA ÜLKELERİ İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİNİN SONUÇLARINA HAZIR DEĞİL. BU RAPORDA YAŞAM ALANLARINI KAYBEDEN VAHŞİ HAYAT İNSANLARLA ÇOK DAHA FAZLA YAKINLAŞTI VE PEK ÇOK ZOONOTİK HASTALIKLARIN KAPIDA OLDUĞUNA İLİŞKİN GÖRÜŞLER VAR”
Pandemi İklim Değişikliğinin Sonucu
2020 The Lancet Cauntdown raporunda pandemi ve iklim değişikliğinin ayrı ayrı değerlendirilmemesi gerektiğinin kaydedildiğine işaret eden Prof. Dr. Simten Malhan, şöyle devam etti: “Pandemi aslında iklim değişikliğinin sonucudur. Dünya ülkeleri iklim değişikliklerinin sonuçlarına hazır değil. Bu raporda yaşam alanlarını kaybeden vahşi hayat insanlarla çok daha fazla yakınlaştı ve pek çok zoonotik hastalıkların kapıda olduğuna ilişkin görüşler var. Raporda çok yakınımızdaki tehlikeler olarak dang humması, sıtma ve vibrio gibi vektör kaynaklı ölümcül hastalıkların yeniden salgına dönüşeceğine ilişkin bazı veriler bulunuyor. İklim değişikliklerine küresel olarak girilmezse 10 yıllardır bu hastalıkları ortadan kaldırmak için verilen mücadele heba olacak.”
PROF. DR. SABAHATTİN AYDIN: “EN AZ COVID’DEN ÖLDÜĞÜ İDDİA EDİLEN NÜFUS KADAR DA DOLAYLI ÖLÜMLERİN OLDUĞU ANLAŞILIYOR. ÜLKEMİZDE DE ÖRNEKLERİ OLAN, HASTALIĞIN ETKİSİ İLE İNTİHARA YELTENEN HATTA EDENLER BİLE OLDU. DOLAYISIYLA ÖLÜMLE SONUÇLANAN MALİYETLER ÇOK GENİŞ BİR PERSPEKTİFTE MEVCUT”
Prof. Dr. Sabahattin Aydın: Elektif Vakalar Sağlığa Ulaşamadı
COVID-19’un insanları sağlıksız yaşama ittiğini belirten Sağlık Bakan Yardımcısı ve TÜSAP Yürütme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Sabahattin Aydın ise, pandeminin yarattığı tablonun bir yandan elektif vakaların sağlık kuruluşlarına ulaşımını engellerken diğer yandan toplumda oluşan psikoloji ve hastaneye gitme korkusu oluşturduğundan ciddi bir sağlık hizmetine erişim sorunu yarattığını söyledi.
COVID tanısı konmuş kişilerin tanı ve tedavileri ile sağlık sistemine oluşan yüklerinin ve ekonomik maliyetlerinin ötesinde alınan tedbirlerin etkilerinin, belli yaş gruplarının evlerinde tutulması ve dışarı çıkmasının engellenmesinin ve yaygın e-mobilizasyon durumlarının insanları sağlıksız yaşama ittiğini belirten Prof. Dr. Sabahattin Aydın, “Bu tablo bir yandan elektif vakaların sağlık kuruluşlarına ulaşımını engellerken diğer yandan toplumda oluşan psikoloji ve hastaneye gitme korkusunun oluşturduğu ciddi bir sağlık hizmetine erişim sorunu var. Bu ölçebildiğimizin dışında ve çok yaygın bir sorun. Tüm bunları art arda koyarsak tüm etkileri bir tarafa bırakalım ciddi ölümle sonuçlanan bir tablo ile karşı karşıyayız.” dedi.
“COVID Pandemisinin Dünyaya Maliyeti Çok Yüksek”
COVID ile ilgili ülkelerin paylaştığı rakamların aslında tahmini olup tekrar tekrar teyide muhtaç olduğunu sözlerine ekleyen Aydın, şöyle devam etti:
“Bir trendi göstermesi açısından ülkelerin paylaştığı ölüm rakamları anlamlı olmakla birlikte Dünya Sağlık Örgütü tanımlarında bile COVID ölümleri ile ilgili farklı tartışmalar olduğu için doğrudan bu hastalıktan dolayı ölenlerin ötesinde dünyada sağlıksız yaşama sevk etme, sağlığa erişimin engellenmesi, ortaya çıkan sosyal problemler, toplum psikolojisi ve travmalar gibi dolaylı etkileri üst üste koyduğunuzda muhtemelen elimizde bir veri yok. Belki COVID geçtikten birkaç yıl sonra bunlar hesaplanabilecek ama en az COVID’den öldüğü iddia edilen nüfus kadar da dolaylı ölümlerin olduğu anlaşılıyor. Bu bir tahmin. Ülkemizde de örnekleri olan, hastalığın etkisi ile intihara yeltenen hatta edenler bile oldu. Dolayısıyla ölümle sonuçlanan maliyetler çok geniş bir perspektifte mevcut. Ext ext death dedikleri fazla ölüm hesaplamaları COVID pandemisinin ardından hesaplanabilecek diye düşünüyorum. Kısacası COVID pandemisinin dünyaya maliyeti çok yüksek oldu. İnsanlığı ekonomik maliyetlerle ya da tedavi maliyetleri ile kıyaslanamayacak ya da onları gölgede bırakacak kadar ciddi maliyetlerle yüz yüze getirdi.”
“DR. ŞUAYİP BİRİNCİ: PANDEMİ DÖNEMİNDE HERKES KABUL EDER Kİ HEKİMLERE SAYGI ARTTI AMA GENÇLERİN ARASINDA HEKİMLİK MESLEĞİNİ TERCİH ETME İSTEĞİ ARTMADI. SORUMLULUK ALMANIN ÖZGÜRLÜĞÜ KISITLAYICI BİR ETKEN DE OLDUĞUNU DÜŞÜNEN GENÇLERİN BU MESLEĞİ DAHA AZ TERCİH ETTİĞİ GÖRÜLECEK”
Hekimlik Mesleği Tercih Edilmiyor
Sağlık Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci ise, şunları kaydetti:
“Yapay zeka uygulamaları dünyadaki yönetim gücünü artırıyor. Her sektörde bu böyle. Doğal olarak yönetim gücünü artırınca o ülke avantajlı hale gelecek. Sağlık sektöründe başka bir şey olacak. Yapay zekanın işsizlik sorunlarını tetikleyeceğini düşünüyorum. Pandemi döneminde herkes kabul eder ki hekimlere saygı arttı ama gençlerin arasında hekimlik mesleğini tercih etme isteği artmadı. Sorumluluk almanın özgürlüğü kısıtlayıcı bir etken de olduğunu düşünen gençlerin bu mesleği daha az tercih ettiği görülecek. Doğal olarak yapay zeka araçları çok daha etkili olmaya başlayacak. Mevzuat açısından bakıldığında ise hiçbir zaman mevzuat yetmeyecek, çünkü her gün karşınıza yeni bir şey çıkıyor ve bu sebeple de obsesif davranmaya başlıyorsunuz. Birçok ülke aynı şeyi yapıyor. ABD’nin büyük veriyi insanlara sunduğu söyleniyor. Küçük, temsili paketler oluşturmaya başladılar ve anonim olmasına rağmen henüz bu paketleri vermeye başladılar. Büyük veriye erişim kısıtı konusunda sağlık verisi hiçbir ülkede olmadığı kadar Türkiye’de merkezi sistemde toplandığı için varlık içinde yokluk kaygısı ile bunlar söyleniyor” diye konuştu.
Kimler Katıldı?
TÜSAP Yürütme Kurulu Başkanı ve Sağlık Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Sabahattin Aydın’ın açılışını yaptığı toplantı, başta Sağlık Bakan Yardımcıları Prof. Dr. Sabahattin Aydın ve Dr. Şuayip Birinci olmak üzere TİTCK Başkanı Doç. Dr. Tolga Karakan, Sağlık Bakanlığı Strateji Başkanı Dr. Abdulvahit Sözüer, Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneleri Genel Müdürü Dr. Avni Uygar Seyhan, İstanbul İl Sağlık Müdürü Prof. Dr. Kemal Memişoğlu, OHSAD Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Reşat Bahat, SEİS Yönetim Kurulu Başkanı Metin Demir, İEİS Genel Sekreteri Savaş Malkoç, TİSD Genel Sekreteri Op. Dr. Sami Türkoğlu ve SASDER Başkanı Sermet Gün Erdem olmak üzere 60’ın üzerinde üst düzey sağlık profesyonelinin katılımı ile gerçekleşti.
YAPAY ZEKA DESTEKLİ “NERVEBLOX” YAZILIMI, ANESTEZİ ALANINDA CE BELGESİ ALAN İLK YERLİ TIBBİ CİHAZ OLARAK DOKTORLARIN HİZMETİNDE! SMART ALPHA TARAFINDAN GELİŞTİRİLEN NERVEBLOX YAZILIMININ, GAZİ UNİVERSİTESİ HASTANESİ ANESTEZİYOLOJİ VE REANİMASYON KLİNİĞİ TARAFINDAN YAPILAN İLK ÇALIŞMASI, JOURNAL OF ANESTHESIA DERGİSİNDE YAYIMLANDI
Utku Kaya & Ozan Biler (Kurucular)
Medikal yapay zeka yazılımı (Nerveblox) fikri nasıl oluştu? Hangi ihtiyaca karşılık üretim süreci başladı?
Nerveblox, periferik sinir bloğu işleminin insan vücudunda yapıldığı bölgelere ait ultrasonografi görüntüleri üzerinde belirli anatomik yapıların yerini ve isimlerini işaretlemek amacıyla kullanılan bir yapay zeka sistemidir. Anatomik yapıların ultrasonografi görüntüsü üzerindeki yerleri renklendirilerek ve anatomik yapının ne olduğu, yani adını, görüntü üzerinde göstererek klinisyene yardımcı olur.
Nerveblox fikri doğrudan hekimlerin ihtiyaçlarından doğdu. USG görüntüsü üzerinde gerçek zamanlı olarak dokuları tanıyan ve görüntüyü iyileştiren bir teknolojinin kullanılması, tecrübesiz ellerde yapılan blok işlemlerinde oluşabilecek komplikasyonların büyük oranda önüne geçeceğini ve hasta güvenliğini arttıracağını öngördük. Üstelik bu komplikasyonların önüne geçilerek, komplikasyonların oluşturacağı maliyetin de engellenebileceği düşüncesiyle Nerveblox için Ar&Ge süreci başlamış oldu.
“ÖZELLİKLE YOĞUN BAKIMDA ULTRASON KULLANIMI GİTTİKÇE YAYGINLAŞIYOR, DOLAYISIYLA YÜZBİNLERCE GÖRÜNTÜ İLE EĞİTİLMİŞ BİR YAPAY ZEKANIN (NERVEBLOX) BU NOKTADA HEKİMLERE DESTEĞİ HEM ETKİLİ TEDAVİ HEM DE MALİYETLERİN KONTROLÜ AÇISINDAN ÇOK ÖNEMLİ!”
Ağırlıklı olarak hangi branşlar için kullanışlıdır?
Nerveblox içeriğindeki yapay zeka, radyolog olmayan ancak ultrasonografi kullanan ya da kullanmak isteyen hekimler için geliştirildi. Dolayısıyla kullanılabileceği branşlar çok çeşitli olabilir.
Temelde yaptığımız şey ultrason ile muayene veya girişim yapan hekimler için görüntülerin anlamlandırılmasını kolaylaştırmak. Bu senaryonun olduğu alanlardaki tüm hekimler yapay zekadan çok önemli faydalar elde edebilir. Ultrason üzerinde farklı dokuları çok hızlı ve doğru şekilde tanıyabilme yeteneği olduğu için, yoğun bakımda yapılan vasküler girişimler, akciğer muayenesi için de ultrason görüntüsünün anlamlandırılmasında yardımcı olabiliyor. Özellikle yoğun bakımda ultrason kullanımı gittikçe yaygınlaşıyor, dolayısıyla yüzbinlerce görüntü ile eğitilmiş bir yapay zekanın bu noktada hekimlere desteği hem etkili tedavi hem de maliyetlerin kontrolü açısından çok önemli.
“NERVEBLOX, ULTRASONOGRAFİK OLARAK AYRIMI ZOR OLABİLEN DAMAR, SİNİR VE KAS YAPILARINI GERÇEK ZAMANLI OLARAK RENKLENDİRİP ETİKETLEYEREK REJYONAL ANESTEZİ EĞİTİMLERİ VE SİNİR BLOĞU UYGULAMALARINDA ANESTEZİ HEKİMLERİNE REHBERLİK GÖREVİ ÜSTLENİYOR”
Yoğun bakımlarda ürün kullanımının avantajları, kolaylaştırıcı özellikleri hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz?
Nerveblox, insan anatomisinde yer alan sinir, kas, atardamar, toplardamar, tendon ve kemik gibi dokuları otomatik olarak tanıyarak, bu dokuları arayan hekimlere rehberlik görevi üstlenir. Bu yeteneğiyle ultrasonografi-eşliğinde yapılacak işlemlerde ve özellikle radyolog olmayan hekimlerin, yatak başı olarak tanımlanan point-of-care uygulamalarında hekimlere kolaylık sağlar.
Yapay zekamızın en uzman olduğu dokular, anesteziyoloji ve yoğun bakım hekimlerinin ultrasonografi altında görmek istediği vasküler, sinir ve kas iskelet sistemi dokularıdır. Eğer yoğun bakımda bu dokular ile ilgili bir pratik uyguluyorsanız yapay zekâmız işinizi çok kolaylaştıracaktır.
“YÜZBİNLERCE GÖRÜNTÜ İLE EĞİTİLMİŞ YAPAY ZEKA DESTEKLİ NERVEBLOX YAZILIMI ANESTEZİ HEKİMLERİNE HIZLI, GÜVENLİ VE BAŞARILI SİNİR BLOĞU UYGULAMASI İMKÂNI SUNUYOR”
Eğitimi – kullanımı basit midir? Kullanımda dikkat edilmesi gerektiğini düşündüğünüz kritik hususlar var mıdır?
Yapay zeka gibi çağımızın en ileri yazılım altyapısını kullanan bir tıbbi cihazın kullanımının da bu derece kolay ve hızlı olması için çok çalıştık. Sonuç olarak söyleyebilirim ki Nerveblox, genelde kullanımı eğitim gerektiren tıbbi cihaz kavramını değiştirdi. Nerveblox’un en önemli özelliği tak-çalıştır-kullan özellikte olması, yani Nerveblox cihazının kullanımı için tek yapmanız gereken vücudun hangi bölgesinde ultrason taraması yapacağınızı seçmek.
Bu arada belirtmem gereken diğer önemli bir özellik de, tüm B-mode ultrasonografi cihazları ile çalışabilir olması. Yani yeni bir cihaz yatırımı yapılmasını gerektirmiyor.
“MAYIS 2021 İTİBARİYLE KULLANIMA SUNULAN NERVEBLOX CİHAZININ KULLANIMI İÇİN TEK YAPMANIZ GEREKEN VÜCUDUN HANGİ BÖLGESİNDE ULTRASON TARAMASI YAPACAĞINIZI SEÇMEK! ÜSTELİK CİHAZIMIZ TÜM B-MODE ULTRASONOGRAFİ CİHAZLARI İLE ÇALIŞABİLİYOR YANİ YENİ BİR CİHAZ YATIRIMI YAPILMASINI GEREKTİRMİYOR”
Ürün satışta mıdır? Hastanelerin satın alma birimleri için sunduğunuz kolaylıklara ilişkin kısa bilgi verebilir misiniz?
Nerveblox, Mayıs 2021 itibariyle tüm test, onay ve uygunluk süreçlerimi tamamlayarak satışa sunuldu. Bir an önce ülkemizden çıkan bu teknolojinin ülkemiz hekimleriyle buluşmasını istiyoruz. Her anesteziyoloji kliniğinde yer alması için düşük maliyetli yıllık kullanım bedeli seçeneğiyle de pazara sunuldu. Bu model de tıpkı yapay zekanın kendisi gibi tıbbi cihaz alanında yeni bir yaklaşım.
Nerveblox eğitim amaçlı da kullanılabilir mi?
Bildiğiniz gibi tıp eğitiminde uzman ve öğrenci etkileşimi çok önemlidir. Yapay zeka da ultrasonografi eşliğinde yapılan işlemlerde uzmandır ve kendi gördüklerini size de gösterir. Dolayısıyla bizce, Nerveblox süre ve ortamdan bağımsız olarak ultrasonografi eşliğinde PNB eğitimi için çok önemli bir eğitmendir. Radyoloji dışı branşlarda ultrasonografi eğitimi, hali hazırda kurslar, seminerler, kitaplar, atlaslar, internet videoları ve resimler yardımıyla yapılmaktadır. Nerveblox bu değerli kaynaklara çağımızın gerektirdiği teknolojik bakış açısını katarak, klinik uygulamaların yanı sıra eğitim amaçlı olarakta hekimlerimizin hizmetindedir.
Bildiğiniz gibi unltrasonografik görüntüler ile ilgili öğretici kaynak kitaplar, yayınlar, resimler ve videolar anatomik yapıların en ideal hallerini sunuyor. Oysa klinik pratikte durum çok farklı. Bu eğitim kaynaklarının klinik pratikte karşılaşılan bazı durumlar için deneyim sağlaması çok da mümkün değil. Buna karşın Nerveblox, uygulama esnasında gerçek zamanlı eğitim özelliğiyle tüm kliniklerin faydalanabileceği bir araçtır.
Kullanım ömrü için öngörünüz nasıldır? Nerveblox’un ileriki dönemlerde geliştirilebilecek yeni özellikleri, güncellemeleri neler olabilir?
Nerveblox ve aslında yapay zeka temelli tüm tıbbi cihazlar sürekli gelişmeye açıktırlar. Bu kavram FDA tarafından da kabul ediliyor ve yayınlanan son raporlarda “öngörülebilir gelişim” kavramının yapay zeka içeren tıbbi cihazlarda dikkate alınması gereken bir kavram olduğu yönünde görüş belirtiyor.
Evet Nerveblox da her zaman gelişecek ve güncellenecek. Sadece içerdiği yapay zeka açısından değil, insan anatomisinde tanıdığı bölge, eşlik edebildiği ve hekime yardımcı olduğu işlemler de sürekli artacak. Aslında yıllık kullanım bedeli modelinin bir sebebi de bu. Bir kere satın alıp kliniğinizde hep aynı şekilde duran bir cihaz değil, üreticisi tarafından sürekli takip edilen ve tüm yeniliklerin yüklendiği bir tıbbi cihaz modeli sunuyoruz.
Büyük medikal markalarla iş birliği süreçlerinize ilişkin bilgi verebilir misiniz? Nerveblox’u ileriki dönemlerde büyük üretici markaların çatısı altında görür müyüz? Daha genel ifade etmek gerekirse; start-up firma ürünlerinin, medikal pazarda yer bulma ve tutunma imkanları ne ölçüde mümkün olabiliyor? Bu yönde kamu desteği alıyor musunuz?
Nerveblox henüz pazara sürülmeden çok sayıda global ultrasonografi üreticisi ile görüşmeler başladı, bu görüşmeler hala devam ediyor. Görüşmemizin sebebi de teknolojimizin dünyada kullanımını çok daha hızlı şekilde yaygınlaştırma isteğimiz. Bir start-up olarak ürün üretmek konusunda büyük üreticilerden daha dinamik ve yetenekli ama ürün satmak konusunda ise maalesef çok daha az imkan ve kabiliyete sahibiz. Ne var ki büyük üreticiler ile iş birliği konusunda henüz karar vermedik çünkü ülkemizdeki hekimlerin gösterdiği ilgi günden güne cesaretimizi ve kendimize olan inancı artırıyor. Eğer yerli sağlık ekosistemimiz ile bir noktaya gelebilirsek sonrasında karar verebilmek için çok daha fazla seçeneğimiz olacak.
“UZMANLAŞTIĞIMIZ TEK ALAN ULTRASONOGRAFİ KULLANIMINDA YAPAY ZEKAYA DAYALI ÇÖZÜMLER ÜRETMEK. BU UZMANLIĞINI TİCARİLEŞTİREBİLEN DÜNYADAKİ İLK VE EN HIZLI GİRİŞİMLERDEN OLDUĞUMUZU DA GURURLA SÖYLEYEBİLİRİM.RADYOLOG OLMAYAN HEKİMLERİN ULTRASONOGRAFİ KULLANIMINI KOLAYLAŞTIRMAK VE YAYGINLAŞTIRMAK İÇİN BİR YAPAY ZEKA ÜRETİYORUZ”
Firmanız benzer veya farklı ürün çalışmalarına ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Biz, herkesin konuştuğu sağlıkta yapay zeka alanında Ar&Ge faaliyetleri yaparak somut çözümler üreten ve bu çözümleri de gerçek bir tıbbi cihaza dönüştürüp sağlık merkezlerine sunan bir start up firmayız. Uzmanlaştığımız tek alan ultrasonografi kullanımında yapay zekaya dayalı çözümler üretmek. Bu uzmanlığını ticarileştirebilen dünyadaki ilk ve en hızlı girişimlerden olduğumuzu da gururla söyleyebilirim.
Radyolog olmayan hekimlerin ultrasonografi kullanımını kolaylaştırmak ve yaygınlaştırmak için bir yapay zeka üretiyoruz. Bu yapay zeka farklı amaçlarla ultrasonografi kullanan hekimlere anında destek olabilme yeteneğine sahip ve yetenekleri sürekli gelişiyor. Yani Nerveblox aslında ultrasonografide yapay zeka kullanımının sadece bir senaryosunu içeriyor.
“ŞU AN SAĞLIKTA YAPAY ZEKA PLATFORMU İNŞASINDA SONA GELMEK ÜZEREYİZ. DÜNYADA İLK KEZ DENENEN BU PLATFORM ÜZERİNE; YOĞUN BAKIM, FİZİK TEDAVİ, ORTOPEDİ, ÜROLOJİ VE GÖĞÜS HASTALIKLARI BRANŞLARINDA UYGULANAN ULTRASONOGRAFİK İŞLEMLERE AİT ANATOMİK YAPILARI TANIYACAK YENİ YAPAY ZEKA MODÜLLERİ DE EKLENECEK”
Geleceğe ilişkin öngörüleriniz, hayalleriniz nasıldır?
Mühendislik gücümüzü hekimlerimizin yeni teknolojilere yaklaşımındaki muhteşem enerjisi ile birleştirmiş olmak bizi çok heyecanlandırıyor. Nerveblox’un çok kısa zamanda hekimlerce kabul edildiğini ve klinik kullanıma dahil edildiğini görünce, yapay zeka laboratuvarımız sıradaki hedeflerimiz üzerinde çalışmaya başladı. Şu an sağlıkta yapay zeka platformu inşasında sona gelmek üzereyiz. Bu platform dünyada ilk kez yapılan, ilk kez denenen bir şey.
Bu platform üzerine çok farklı branşlarda ilgili anatomik yapıları detaylı olarak tanıyacak yeni yapay zeka modülleri de eklenecek. Yani şu anda hekimlerimizle birlikte yapay zekamıza yeni tıbbi konuları adım adım öğretiyoruz. En kısa zamanda bu yeni platformu da sizlerle paylaşacağız.
“BİYOEŞDEĞERLİK ÇALIŞMASI İÇİN BİR KLİNİK MERKEZ OLMALI VE BU MERKEZİN DE ARAŞTIRMA YA DA ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE AÇILMASI GEREKLİ! 2000 YILINDA NOVAGENİX’İN GİRİŞİMİYLE TÜRKİYE’DE İLK İYİ KLİNİK UYGULAMALARI MERKEZİ ERCİYES ÜNİVERSİTESİNDE AÇILDI. ŞU ANKİ YERLİ AŞI ÇALIŞMASININ MERKEZİNİN DE ERCİYES ÜNİVERSİTESİ İYİ KLİNİK UYGULAMALARI MERKEZİ OLMASI BİR TESADÜF DEĞİL”
NÜVE A.Ş.’NİN PERİYODİK KURUMSAL YAYINI N HABER, 40. SAYISINDA, NOVAGENIX GENEL MÜDÜRÜ ONURSAL SAĞLAM İLE SÖYLEŞİ YAPTI. NÜVE’NİN SORULARINI VE ONURSAL SAĞLAM’IN YANITLARINI KLİNİKİLETİŞİM OKURLARI İÇİN ALINTILADIK
Onursal Sağlam
Nüve: Sayın Onursal Sağlam Novagenix hakkında bilgi verir misiniz?
1990’lı yılların ortasında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de jenerik ilaçlarda biyoeşdeğerlik çalışmalarının yapılmasına yönelik bir süreç başladı. Biyoeşdeğerlik (BE) çalışması innovatör ürünle etkinlik ve güvenlilik açısından benzer jenerik ürüne sahip olduğunuzu kanıtlama işlemidir. 1994 yılında Türkiye’de yayınlanan Yönetmelik ile jenerik ilaç üreticilerine sorumlusu oldukları bu çalışmaları tamamlamaları için belli bir süre tanındı ancak Türkiye’de henüz bu ihtiyaca karşılık verecek bir kuruluş olmadığından Türk Eczacıları Birliği (TEB), Türk Teknoloji Geliştirme Vakfı ile harekete geçti. Dönemin TEB yönetimi, know-how’a sahip firmalarla görüşmeleri tamamladı ve 1997 yılında Dünya Bankasına bir proje yazıldı. 1999 yılında halen bulunduğumuz bina tamamlandı ve cihazlar Dünya Bankası kredisi ile satın alındı. 6-8 aylık kurulum süreci, uluslararası kurallar olan iyi laboratuvar uygulamaları ve iyi klinik uygulamaları çerçevesinde TİTCK, FDA, EMA ya da bir üst segment olan ICH’ye göre fiziksel gereklilikler ve kalite gereklilikleri yerine getirilerek tamamlandı. 30 Ocak 2000 tarihinde binamızın açılışı, temelini de atan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından yapıldı. Açılış konuşmasında “Türk Eczacıları Birliği bu ülkede bir ayıbı kapattı” diyerek önemli bir konuya vurgu yapmıştı çünkü o güne kadar firmalar bu konuyla ilgili olarak yurtdışına gitmek zorundaydı ve büyük bir maddi kayıp yaşanıyordu.
Biz dört kişilik bir çekirdek ekip olarak çalışmaya başladık. Novagenix en başından beri profesyonel ekipler tarafından yönetildi ve yönetiliyor. Bu ekiplere akademisyenler de dahil! Örneğin o dönemde Hacettepe Üniversitesinde görev yapan Sayın Prof. Dr. Rümeysa Demirdamar Hocamız…
Bir biyoeşdeğerlik çalışmasında gerekli ayaklardan biri klinik merkezdir. Klinik merkezin mevcut kurallar çerçevesinde bir araştırma ya da üniversite hastanesinde açılması gerekiyordu. Prof. Dr. Aydın Erenmemişoğlu Hocamız klinik merkezin Erciyes Üniversitesinde açılması konusunda hem öncü oldu hem de bu işin içinde sorumlu araştırmacı olarak görev aldı. Böylece 2000 yılında Novagenix’in ön ayak olmasıyla Türkiye’de ilk İyi Klinik Uygulamaları Merkezi açıldı. Şu anki yerli aşı çalışmasının merkezinin de Erciyes Üniversitesi İyi Klinik Uygulamaları Merkezi olması bir tesadüf değil.
Türkiye’de bir ilaç ar-ge’sinin olmazsa olmaz parçalarından biri olan insan üzerinde yapılacak çalışmaların yürütüleceği merkezlerin iyi kalitede ve bütün gerekli yönetmeliklerin göz önünde tutularak açılmasına ön ayak olduk. Dahası Türkiye’de çalışmalara katılan gönüllülere yönelik olarak düzenlenen klinik çalışmalarda sigorta poliçesinin olmadığını fark ettik ve bunun için girişimleri başlattık.
Nüve: Bu poliçenin kapsamı çalışmalarınızda neyi belirledi?
Birincisi, çalışmaya katılan gönüllülerin herhangi bir şekilde uğradıkları bedensel ve ruhsal zararlar tazmin ediliyor. İkincisi hekim ya da çalışma ekibinden kaynaklanan olası bir hasar (fiziksel ya da ruhsal) tazmin ediliyor. Bugüne kadar bu poliçeyi kullanma zorunluluğumuz olmadı. Ancak sigortanın olmaması durumunda etik olarak çalışmaya izin verilmiyor.
2000 yılında çalışmalarımıza başladık. İlk zamanlar biz de herkes gibi yavaş gidiyorduk. Biz burada el yordamıyla bazı şeyleri öğrenmeye çalıştık. Bizim avantajımız yurt dışı ortağımızın olmasıydı ve çekirdek ekip olarak onların merkezinde bir ay kalite ve diğer sistemlerin kurulum eğitimlerini aldık.
“FAVİPİRAVİR İLE İLGİLİ ‘BİZ DE ÜRETİR MİYİZ?’ DÜŞÜNCESİYLE BİZE JENERİK FİRMALAR GELMEYE BAŞLADI. BİYOEŞDEĞERLİĞİNİ YAPALIM AMA NASIL YAPACAĞIZ? DİYE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE İLKİN BİR ALGORİTMA ÇIKARDIK. ÖNCELİKLE KİŞİLERİN COVID-19 NEGATİF OLDUĞUNU KANITLAMAMIZ GEREKİYORDU”
Nüve: Bir danışmanlıktan mı bahsediyorsunuz? Danışmanlık aldığınız bir merci mi vardı?
Bir filmden alıntı yapacağım: “Bildiğin her şeyi ben öğretmiş olabilirim ama bildiğim her şeyi öğretmedim”. Bilgi böyle bir şey… Bildiği her şeyi öğretmek üzere yola çıkar insanlar ama bildiği her şeyi öğretmez, öğretmeyebilir ya da öğretecek zamanı da olmayabilir. Üniversite yıllarında hocamız bize bir gün şunu söyledi; “Burası öğrenmenin öğretildiği yerdir. Eğer öğrenmeyi öğrenirseniz her şeyi öğrenebilirsiniz.” Bu çok önemli bir söz! Biz partnerlerimizden ya da know-how sağlayacak ortağımızdan bu disiplinde, bu konuda öğrenmeyi öğrendik. Eğer organizasyonunuza bir ar-ge misyonunu oturtamazsanız onu ileriye götüremezsiniz ve hep aynısını yaparsınız. Fransız ortağımızın böyle bir katkısı oldu bize. Sonrasında Fransız ortağımız ayrılma kararı aldı ancak biz zaten kendi oluşumumuzu tamamlamıştık. Yönetim Kurulunda görev alan ve buranın kuruluşunda çok emeği olan TEB Başkanı Mehmet Domaç bize “Arkadaşlar biz tek başımıza bu işi yapabilir miyiz?” diye sorduğunda “Başka seçeneğimiz yok, yapacağız.” dedik. Gerçekten gece gündüz çalıştık tüm ekip olarak. Böyle zorlu bir süreçti. Bu süreçte Dünya Bankasından aldığımız 1.5 milyon dolarlık krediyi de geri ödedik. Bugün için bile yüksek bir rakam.
Nüve: Kaç kişi ile yola çıktınız, bugün kaç kişiye ulaştınız?
Başlangıçtaki 4 kişi bugün sadece bu çatı altında 50 kişiyiz. Bunların yüzde 30’u lise dengi okullardan mezunken yüzde 70’e yakını üniversite, master, doktora mezunu ya da bu eğitimlerine devam eden kişilerden oluşuyor. Burada önem verdiğimiz şey insan kaynağı. Master, doktora yapmak, üniversite okumak isteyen varsa hepsine gerekli izinleri veriyoruz.
Bunun dışında klinik araştırmaları yapan Erciyes Üniversitesinde İKUM’u ve Gaziantep Teknokentte Farmagen’i de bu ekibin içine koyarsanız, 200’e yakın insan bu sektörde çalışıyor.
Nüve: Sizi tanıyabilir miyiz?
1969 doğumluyum. Çocukluktan beri baba mesleğimden dolayı bir elektronik merakım vardı. Teknik lisede elektronik okudum. Yenimahalle Anadolu Teknik Lisesinden mezun oldum. ODTÜ Matematik bölümünü kazandım. Ama içimde hep bir bilgisayar merakı vardı. Biraz işin bilgisayar tarafına ağırlık verince seçmeli derslerin tamamını bilgisayar mühendisliğinden aldım. Ardından TEB’in Bilgi İşlem Sorumlusu olarak işe başladım. Dünya Bankası projesini yazmaktan başlayarak pek çok görevde yer aldım. İlk aşamada buranın bilgi işlem/bilgi teknolojileri sorumlusuydum. Kullanılan analitik cihazların bakım-onarımını da yapmaya da başladık, hatta bu konuda İngiltere’de eğitim de aldım.
Nüve: Teknik servislerini yaptınız yani?
Evet. Halen bizde bir gelenektir; hemen dışarıdan teknik servis çağırmayız, yapabiliyor durumda isek kendimiz yaparız. Zamanla yarışan insanlarız. Çok değerli örneklerle çalışıyoruz. Hiçbir zaman yetkili firma tarafından verilen teknik servisin kalitesini tartışamayız tabi. Bu konuda bizler de eğitim aldık.
Bunun yanında işin kalite sistemini de öğrenmem gerektiği için ISO 9001 baş denetçisi eğitimi aldım. Novagenix kalite sisteminin kurulmasında da çalıştım. Klinik araştırmaların içinde biyoistatistik tarafını da geliştirerek yapılan biyoistatistik hesap ve raporlamalarını organize ettim. Sonra genel müdür yardımcılığı görevine ve genel müdürlüğe atandım.
“GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİNİN MİKROBİYOLOJİ LABORATUVARINA PCR KURULDU. SÜRÜNTÜYÜ ALDIKTAN SONRA 3 SAATTE SONUÇ VERECEK BİR SİSTEM KURULDU. KATILIMCILARIN SÜRÜNTÜLERİ ALINDI, HİÇ AYRILMAMALARI SAĞLANDI, NEGATİF OLANLAR İZOLE EDİLDİ”
“GÖNÜLLÜLER OTELE ALINIP 5 GÜN BOYUNCA ODADAN ÇIKMAMAK ŞARTIYLA BİRER GÖREVLİ KONTROLÜNDE TAKİP EDİLDİ. SONRA OTELDEN AYRILIRKEN TEKRAR PCR TESTİ YAPILIP YİNE NEGATİF OLANLAR KLİNİĞE, ÖZEL ARAŞTIRMA ALANINA ALINDI VE KLİNİKTEN HİÇ AYRILMAMALARI SAĞLANDI. BU ŞEKİLDE 8 – 9 ÇALIŞMA BİTİRDİK”
Nüve: Coronavirüs için geliştirilen ilaçların biyoanalizini yapıyorsunuz. Bu konudan biraz bahseder misiniz? COVID-19 tedavisinde kullanılan favipiravir maddesi için biyoeşdeğerlik çalışması nasıl yapılıyor?
2020 yılı Ocak ayının başında Çin’den haberler geliyordu; biz çok yakın takip ettik. Ne oluyor, bize ne zaman gelecek, pandemi süreci nedir, aldığımız eğitimlerdeki o teorik bilgiler uygulamada yansımaya başladı. Çünkü günümüzde mobilizasyon o kadar fazla ki… Mart ayında gerçekle yüzleştik. Tabi biz bunu nasıl yöneteceğimize hemen ilk aşamada karar veremedik. Hemen her akşam buradaki klinik çalışma ekibiyle uzun süren toplantılar yaptık. Neler yapabiliriz? Nasıl bir algoritma izleyebiliriz? Çalışmaları bir an önce başlatmalıydık. COVID-19 ile ilgili birçok soru gelmeye, birçok antiviral ilaç ismi telaffuz edilmeye başlandı. Bunlardan biri de favipiravirdi ve Çin’den geliyordu. Burada bir noktayı kaçırmayalım.
Sadece Türkiye’de değil dünyada bu işle uğraşan, biyoeşdeğerlik klinik çalışma yapan herkes çalışmaları durdurdu: Fransa, Almanya, Kanada, Hindistan, Ürdün…. Bunun ardından favipiravir ile ilgili “biz de üretir miyiz?” diyerek jenerik firmalar gelmeye başladı. Biyoeşdeğerliğini yapalım ama nasıl yapacağız? O zaman biz bir algoritma çıkardık. Öncelikle kişilerin COVID-19 negatif olduğunu kanıtlamamız gerekiyordu.
Gaziantep Üniversitesinin mikrobiyoloji laboratuvarına PCR kuruldu. Sürüntüyü aldıktan sonra 3 saatte sonuç verecek bir sistem kuruldu. Katılımcıların sürüntüleri alındı, hiç ayrılmamaları sağlandı, negatif olanlar izole edildi. Gaziantep Üniversitesindeki uygulama otelinin bir kısmı Rektör Hocamızın izniyle kullanıma açıldı.
Gönüllüler otele alınıp 5 gün boyunca odadan çıkmamak şartıyla birer görevli kontrolünde takip edildi. Sonra otelden ayrılırken tekrar PCR testi yapılıp yine negatif olanlar kliniğe özel araştırma alanına alındı ve klinikten hiç ayrılmamaları sağlandı. Bu şekilde 8 – 9 çalışma bitirdik. Bunların yanında bu algoritma TİTCK tarafından çok uygulanabilir güvenli bulunduğu için diğer çalışmaları da uygulamamıza izin verildi. Bu dönemde TİTCK ve Klinik Araştırmalar Dairesinin desteğini yadsıyamayız. Böylelikle favipiravir çalışmalarının yanında diğer ilaçları da çalışmaya başladık.
“SAĞLIK BAKANLIĞI, KAMUNUN İHTİYAÇ DUYDUĞU FAVİPİRAVİRE KOLAY ERİŞTİ. FAVİPİRAVİR ÇALIŞMAMIŞ OLSAYDIK ÇİN’DEN YA DA BAŞKA ÜLKEDEN GELECEK İLACI BEKLİYOR OLACAKTIK. BU ÜLKEMİZ İÇİN ANLAMLI BİR ÇALIŞMA”
Dünyanın diğer bölgelerinde çalışmalar yapılamaz haldeyken bu çalışmaların bizde yapılıyor olması Türkiye’yi bir adım öne çıkardı. Buradaki algoritmalar başka ülkeler tarafından da uygulanmaya başlandı. Sayıların pik yaptığı dönemde pek çok kişiyi taradık ve büyük çoğunluk pozitif çıktı. Klinik merkezde bu çalışmalar yapılırken biz de biyoanalitik laboratuvarımızda analitik yöntemleri geliştirdik. Sokağa çıkma kısıtlamalarının olduğu süreçte gece gündüz, hafta sonu, resmî tatil dinlemeden burada çalıştık. Analiz yönteminin geliştirilmesinin ardından valide ettik ve Novagenix olarak çalışmayı 10 günde tamamlayarak raporu teslim ettik. 2000’li yıllarda 6 ayda yaptığımız çalışmaları bugün 1 aya kadar indirdik. Bu hem zaman hem tecrübe hem de altyapının çok iyi çalışmasının bir sonucu. Bu iş multidisipliner bir iş. Bu şunu sağladı: Sağlık Bakanlığı kamunun ihtiyaç duyduğu favipiravire kolay erişti. Favipiravir çalışmamış olsaydık Çin’den ya da başka ülkeden gelecek ilacı bekliyor olacaktık. Bu ülkemiz için anlamlı bir çalışma.
Nüve: COVID-19 süreci ülkelerin kendi milli yeterliliklerini ortaya çıkardı. Öyle değil mi?
Evet, yerel bilginin, kabiliyetin önemi ortaya çıktı. Yani farkındalık oluştu. Yerelin, gerçekten değeri anlaşıldı. Bu bizlere şöyle bir motivasyon sağlıyor: Artık biz de ürettiğimiz bilgi ile kıymet görüyoruz. Bu gelecek nesiller için de şunu söylüyor: Ürettiğiniz şey kamuya, geniş kesimlere hitap ediyorsa zaten siz desteklenirsiniz. 2016 yılında Sanayi Bakanlığından akredite edilerek ar-ge merkezi olduk. Şimdi ar-ge kimliğimizi ortaya çıkarıyoruz.
Nüve: Merak ettiğimiz bir konu var. Neden mRNA aşılarının -70oC’de saklanması gerekiyor?
Biz -80oC’lik dünyaya çok uzak insanlar değiliz. Biyolojik örneğin hangi sıcaklıklarda ne kadar süre içinde bozulacağını çok iyi biliyoruz. Uzun dönem ve kısa dönem stabilitesi diye kavramlar var. Burada asıl problem stabilite. Yani mRNA aşısı belki oda sıcaklığında 2 saat canlı kalıyordur ama dünyada ulaşmanız gereken o kadar büyük bir coğrafya var ki lojistik problemler var. Ankara’da üretildiğini varsayalım. ABD’ye New York eyaletine normal taşıma koşullarında gidemez. Yolculuğu uzun. Stabilite problemlerini aşabilmesi için -80oC saklama ve taşıma koşullarına ihtiyaçları var. Biz de burada taşırken aynı şekilde taşıyoruz. Kuru buzun içinde taşıyoruz ya da konteynerlerimiz var. O taşıma kutularını -40oC’de yeterli miktarda kuru buz ile doldurup içine prob ve termometre koyup valide ettiğimiz sistemler.
Burada mRNA için de aynı şey geçerli. -70oC’de çok uzun süre saklanabiliyor. Tabii çok uzun sürenin de açılımını çok iyi yapmak lazım. Şu anki teknolojide Moderna da BionTech de mRNA aşı çalışması yapıyor. Aralarında farklılıklar var. Moderna -20oC’de stabil kalabiliyor. Ama BionTech’in aşısı -70oC’de stabil kalıyor. Ancak bizim için -70, -80 dereceler vazgeçilmez dereceler. Çünkü 3 ay sonra o örneğin stabilitesi bozulmamış olsun ve analiz ettiğimizde aynı sonuçları elde edelim istiyoruz.
“MODERNA -20OC’DE, BİONTECH’İN AŞISI -70OC’DE STABİL KALIYOR. BİZİM İÇİN -86OCÇOK ÖNEMLİ. ALDIĞIMIZ ÖRNEĞİ HEMEN PİPETLİYORUZ VE SOĞUTMALI SANTRİFÜJ İLE SANTRİFÜJLÜYORUZ. KURU BUZLAR İÇİNE KONULUYOR VE BURAYA TRANSFER EDİLİYOR. 3 ML’LİK TÜPLERE KAPATILIYOR VE -86OCDERİN DONDURUCUYA HEMEN KALDIRILIYOR. SOĞUK ZİNCİR HİÇ KIRILMIYOR”
Nüve: Siz bu stabiliteleri sağlarken Nüve’nin -86oC Derin Dondurucularını kullanıyorsunuz, değil mi?
Evet. Bizim için -86oCçok önemli. Biz katılımcıdan çok değerli dediğimiz örneği aldığımız zaman hemen pipetliyoruz. Yine klinikte Nüve santrifüjler kullanılıyor. Örnekleri Soğutmalı Santrifüj ile santrifüjlüyoruz. Kuru buzlar içine konuluyor ve buraya transfer ediliyor. 3 ml’lik tüplere kapatılıyor ve -86oCderin dondurucuya hemen kaldırılıyor. -86oC’yi takip etmek için data loggerlar koyuyoruz. O bilgiler not ediliyor böylelikle soğuk zincir hiç kırılmıyor.
–86OC DERİN DONDURUCULARDA 2 YILA KADAR SAKLADIĞIMIZ ÖRNEKLER OLDU. YANİ DAHA UZUN DA SAKLANABİLİR AMA ÇALIŞMALARIMIZDA BUNA GEREK OLMADI”
Nüve: -86oC derin dondurucularda maksimum saklama süreniz ne oldu bu zamana kadar?
2 yıla kadar sakladığımız örnekler oldu. Yani daha uzun da saklanabilir ama gereklilik olmadı çalışmalarımızda.
Nüve: O zaman mRNA aşıları için Nüve Derin Donduruculara ihtiyaç var diyebilir miyiz?
Kesinlikle, hem de çok sayıda ihtiyaç var. Nedeni de şu: Türkiye’de yerelin gücü burada ortaya çıkıyor. Siz istediğiniz kadar x,y,z markalarının distribütörü olun. Telefonu kaldırdığınız zaman oradan yola çıkıp buraya laboratuvar ya da hastane ya da sağlık merkezine gelelim diyene kadar 1 ay geçecek. Ne yapacağız bu durumda? O zaman Nüve aynı bizim favipiravirde yaptığımız gibi kaç tane lazımsa üretecek diye düşünüyorum. Bizler ülkemizin ihtiyacına ve talebine cevap vereceğiz.
Nüve: Peki Nüve ile ne zaman tanıştınız?
2001 yılında tanıştık. Fabrikasına giderek ürünleri inceledik. Bir laboratuvar işletiyoruz, çalışıyoruz, Türkiye’de neler var onları araştırmamız gerekiyor. Nüve ile tanıştık ama daha önce birçok yerde gördüm. Veteriner fakültesine, ziraat fakültesine, eczacılık fakültesine gidiyoruz. Hem profesyonel ilişki hem de dost ilişkisi içinde olduğumuz birçok laboratuvar ortamında, her yerde bir Nüve ürünü ile mutlaka karşılaşıyoruz.
“2 ADET 590 LİTRE HACİMLİ DERİN DONDURUCUMUZ VAR. DİĞER TARAFTAN SOĞUTMALI SANTRİFÜJLER DE YOĞUN OLARAK KULLANILIYOR. HER İKİ CİHAZIMIZI DA ŞU AN ÇALIŞTIRIYORUZ; HEPSİ BAKIM ONARIMLARI YAPILDIĞI SÜRECE SAAT GİBİ ÇALIŞIYORLAR”
Nüve: Nüve cihazlarını çalışmalarınızda hangi işlemlerde ve ne amaçla kullanıyorsunuz? Cihazların performanslarından memnun musunuz?
Yaptığımız iş biyoeşdeğerlik çalışmaları ve çok parçalı işler. Sadece bu fiziksel alanın dışında dışındaki alanlarda da süreçleri var. Bizde 2 tip Nüve ürünü var. Soğutmalı santrifüjleriniz ve -86oCdolaplarınız. Soğutmalı santrifüjlerimizi 2005’ten beri kullanıyoruz. Klinik merkezlerimizde de kullanıyoruz. Daha sonra 2018 yılında -80 oC derecelik dolap ihtiyacımız oldu. Eskiden beri kullandığımız yabancı menşeili ürünlerin soğutma sistemleri arızalanmaya başladı, artık tamir edilemez hale geldi. Türkiye’de bu işleri yapabilen insan sayısı da yok denecek kadar az. Nüve bu konuda kendini kanıtlamış bir firma ve bizim hem fiyat hem de ürün performansı açısından beklentilerimizi karşıladı. 2 adet 590 lt hacimli derin dondurucumuz var. Her iki cihazımızı da şu an çalıştırıyoruz. Sayı zamanla ihtiyaçlar arttığında artacaktır. Diğer taraftan soğutmalı santrifüjlerin de nasıl yoğun kullanıldıklarını gördüm, hepsi bakım onarımları yapıldığı sürece tam performans saat gibi çalışıyorlar.
Nüve: Nüve’den teknik servis hizmeti aldınız mı?
Teknik servis aldık ve bu hizmetinizden memnunuz. Gerek telefon gerek yerinde hizmet olarak arkadaşlar bizi bir müşteri ya da hizmet alan ya da hizmet veren gibi değil, aynı ekibin bir parçası gibi görüyorlar. Yani Nüve’deki arkadaşlar bu bizim cihazımız diye bakıyor, Novagenix’in cihazı diye değil; bu çok güzel. Sahipleniyorlar, takip ediyorlar, çözüm öneriyorlar, bizim kendi önerdiğimiz çözümlere de ‘hayır’ demiyorlar. ‘Aman siz dokunmayın siz ne anlarsınız’ gibi değil, bizim hassasiyetlerimizin fakındalar; öyle güzel bir diyaloğumuz var ki…
Satıştan servise kadar bütün ekip bizim ihtiyaçlarımıza cevap verdiler. Bizim hassasiyetlerimizi gördüler. Fiyat konusunda da gerçekten karlılığı bir yana bırakıp müşteri kazanmanın ne olduğunu çok iyi bilen bir firma bence. Novagenix’in ve Nüve’nin birer yerli marka olarak pandemi sürecinde yerli üretimde aynı cümlenin içinde telaffuz edilmesi ülkemiz için gurur verici.
“ŞU ANDA DÜNYADA İLAÇTAKİ MATEMATİĞİN DİLİ CTD (COMMON TECHNİCAL DOCUMENT). YANİ ‘ORTAK TEKNİK DOKÜMAN’. BİR İLACIN BAŞLANGIÇTAN SONUNA KADARKİ TÜM HİKAYESİNİ, DENEYLERİNİ, GEREKLİLİKLERİNİN ANALİZLERİNİ İÇİNDE BARINDIRAN BİR DOKÜMAN. BU DOKÜMANIN EN ÖNEMLİ KISIMLARINDAN BİRİ DE KLİNİK ARAŞTIRMALAR TARAFI. BİZ BURADA GÖREV ALIYORUZ”
Nüve: Ülkemizde üretilen ilaçların etkinliğini, kalitesini uluslararası düzeyde belirleyen ve belgeleyen bir firmasınız. Bu çalışmaların planlanması, yürütülmesi ve raporlanması gibi birçok aşamada etkin görev almaktasınız. Peki, bu süreçler nasıl ilerliyor?
Bir ilacın etkinliğini, kalitesini ICH kurallarına yani uluslararası kriterlere göre ortaya koymak aslında hepimizin tüm ülkelerde aynı dili konuşmamız gibi bir şey. Yani bir matematik dili gibi… Bu da, bu sistemin içinde olması gereken entegrasyon. Türkiye bu konuda dünya ile tamamen entegre hale gelmiş vaziyette. Bizim buradaki çıktılarımız bu entegrasyonun vazgeçilmez parçalarından birisi. Şu anda dünyada ilaçtaki matematiğin dili CTD (common technical document) dili. Yani “Ortak Teknik Doküman”. CTD dili içinde 5 tane modül vardır. Bir ilacın başlangıçtan sonuna kadarki tüm hikayesini, deneylerini, gerekliliklerinin analizlerini içinde barındıran bir doküman. Bu dokümanın en önemli kısımlarından biri de klinik araştırmalar tarafı. Biz burada görev alıyoruz.
“ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEM İÇİN NOVAGENİX, KÜÇÜK SENTETİK MOLEKÜL DEDİĞİMİZ MOLEKÜLLERDEN BÜYÜK MOLEKÜLLERE GEÇMEYİ PLANLIYOR. ASLINDA BU BİZİM İÇİN KİLOMETRE TAŞLARINDAN BİRİ, BİR SIÇRAMA”
Nüve: Önümüzdeki dönemdeki çalışmalarınızla ilgili bilgi verir misiniz?
Önümüzdeki dönem için Novagenix, küçük sentetik molekül dediğimiz moleküllerden büyük moleküllere geçmeyi planlıyor. Aslında bu bizim için kilometre taşlarından biri, bir sıçrama. Artık dünyadaki ilaç endüstrisi bir yandan konvansiyonel ilaçları konuşurken bir yandan da biyolojik teknoloji üzerinden konuşuyor. Biraz önce konuştuğumuz mRNA teknolojisi ile üretilen ürün bir biyoteknolojik ürün. Jenerik üreticilerin ilacın etkileri ve güvenliğini kanıtlayacak bağımsız araştırma kuruluşlarına ihtiyacı olduğu gibi biyolojik tarafta da buna ihtiyacı olacak. Dünyada şu anda sayılı merkez var. Novagenix ile hedefimiz bu sayılı merkezlerin içinde olmak. Bu alanda adımlarımızı atıyoruz. Hem insan kaynağımızı hem de ekipman yatırımlarımızı ona göre kurgulamaya başladık.
Biyoeşdeğerlik & Biyoyararlanım Nedir? Biyoyararlanım (BY), farmasötik biçim içinden etkin maddenin absorbe edilme ve vücut içindeki etki yerine erişebilme hızı ve derecesidir. Oral yoldan verilen bir ilacın biyoyararlanımının ölçülmesinde kullanılan temel parametreler “plazma konsantrasyonu-zaman eğrisi altında kalan alan (Eğri Altındaki Alan, EAA)” ve “plazma doruk maksimum ilaç konsantrasyonu”dur (Cmaks).
Biyoeşdeğerlik (BE) ise, farmasötik eşdeğer olan (örneğin ikisi de tablet/kapsül olan) iki farklı ilaç ürününün, aynı molar dozlarda verilişinden sonra -hız ve derece boyutlarıyla- biyoyararlanımlarının ve böylece terapötik etkilerinin benzer olmasıdır.
“TÜRKİYE’DE 5 MİLYONU AŞAN KAYITTA YABANCI UYRUKLU İNSAN YAŞIYOR VE COVİD-19 SÜRECİNDE ONLARA YAPILAN TEST SAYISINI, VAKA SAYISINI, ÖLÜM RAKAMLARINI HİÇ BİLMİYORUZ. AŞIYA ERİŞİMİ DE BİLMİYORUZ”
Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış
Türk Tabipleri Birliği (TTB) 11 – 20 Mart 2021 tarihleri arasında pandeminin bir yılını değerlendiren online etkinlikler düzenledi. Pandemide Görünmez Kılınanlar panelinde konuşan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış şunları kaydetti:
“Mültecilerle ilgili duruma gelecek olursak pandemiden şu anda 216 ülke, bölge ve alanın etkilendiği belirtiliyor. Bu 134 ülke mülteci barındıran ülke durumunda ve 80 milyona yaklaşan zorla yerinden edilmiş nüfus var. Bir Türkiye nüfusu kadar nerdeyse… Bunların büyük bir çoğunluğu aslında 45 – 46 milyona yakın olanı kendi ülkesi içinde zorla yerinden edilmiş olanlar; 26 milyon mülteci ve 4.2 milyonu da sığınmacı olarak ifade ediliyor. Mülteciler ve sığınmacılar, Covid-19’u bu pandemi sırasında sosyo ekonomik, il bariyeri, düşük sağlık okuryazarlığı gibi nedenlerle sağlık hizmetlerinden yararlanmada eşitsizliklerle karşılaşıyorlar. Mesafe, maske, sabun, su erişilebilir değil birçoğu için! Gerekli bilgiye erişim, test olanaklarına erişim, takip ve bakım hizmetleri ve aşıya erişim son derece sorunlu. Bu grupların tabii ki sosyal hizmetlere ve sağlık politikalarına entegre edilmemiş olması önemli bir sorun.
Nisan – Mayıs 2020 döneminde İsviçre’de yürütülen kesitsel bir çalışmada göçmenlerde Covid-19 nedeniyle iş kaybı ve barınma imkanlarında kötüleşme tespit edildi. 4 göçmenden birinin yetersiz beslendiği tanımlandı. Yasadışı olanların sağlık açısından çok daha kötü durumda olduğu ortaya konuldu.
“TÜRKİYE’DE YAPILAN BİR ANKETTE; MÜLTECİLERE COVID-19 HAKKINDA BİLGİ KAYNAKLARI SORULDU VE KATILIMCILARIN YÜZDE 64’Ü MEDYA YA DA SOSYAL MEDYA YANITINI VERDİ”
Suriyeli Mülteci Nüfusu 3.6 Milyon
Türkiye’ye gelecek olursak 24 Şubat’ta güncellenen verilere göre, kayıtlı olan Suriyeli mülteci nüfusu 3.6 milyon… Pek çok sorunları var tabii ki… 3.6 milyon geçici koruma statüsü ile kayıtlı olan Suriyelilerin küçük bir kısmı kamplarda yaşıyor; yüzde 1.8 … Büyük bir kısmı 81 ilde yaşıyor. Yığılmaların İstanbul, Gaziantep, Hatay ve Şanlıurfa’da olduğunu görüyoruz.
12 Binden Fazla Düzensiz Göçmen Var
Bunların dışında kayıtlara göre 12 bin 800 üzerinde düzensiz göçmen var. 1 milyona yakın turistik iş nedeni ile ikamet izni alanlar var. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğine bağlı çoğu Afganistan ve Irak uyruklu 330 bin şartlı mülteci var ve böylece topladığımızda aslında 5 milyonu aşan yabancı uyruklu bulunuyor şu anda ülkemizde…
29 ilde 180 Göçmen Sağlığı Merkezi Var
Türkiye’de sağlık hizmetleri Sıhhat Projesi kapsamında 29 ilde 180 tane Göçmen Sağlığı Merkezinde yürütülüyor. Bazı illerde Toplum Sağlığı Merkezlerinin içerisinde yabancı uyruklu poliklinikleri var. Aile hekimlerinin de hizmet verdiği gruplar var.
Göçmen Sağlığı Merkezlerinin Sayısı Az
Tabi kayıt dışı olanların acil durumlar dışında hastanelere erişimleri yok denecek kadar az… Göçmen Sağlığı Merkezlerinin sayısı az; 29 ilde ve Suriyeli sağlık çalışanları ile kendi dillerinde birinci basamak hizmetler sunuyor. Rutin hizmetlere erişim zorlaşmakta; büyük kentlerde Covid – 19 şüphesi ile başvuran olduğunda hastaneye yönlendirildiklerinde bunlar toplu taşımayı kullanmak durumundalar. Önemli bir sorun…
Suriyeli Nüfusta Ortalama Hane Halkı 6 Kişi
Tanı, tedavi, izolasyon sürecinde dil bariyeri filyasyon çalışmalarının iyi bir şekilde sürdürülmesinde sorun haline geliyor. İletişim kurmak da sorun… Test pozitif olma durumunda sınır dışı edilme korkusu nedeniyle sağlık personeli nitelikli bir görüşme gerçekleştirmediğini belirtiyor. Kalabalık ortamlarda yaşıyorlar; barınma koşullarında hijyenin sağlanması ve uygun izolasyon mümkün olmuyor. Türkiye Nüfus ve Sağlık 2018 araştırmasında Suriyeli nüfusta ortalama hane halkı büyüklüğü 6 olarak saptanmıştı. Bunu da hatırlatmak istedim.
Mevsimlik Tarım İşçileri ve DOM’lar
Covid – 19 sürecinde mevsimlik tarım işlerinde çalışan DOM’lardan bahsetmek isterim: Ortadoğunun Romanları, ‘e n alttakiler’ diye tanımlanan bu grup da bu süreçte Türkiye’ye gelmişti. Hijyen ve barınma koşulları, konakladıkları yerler, konteyner çadırlar ya da burada kişisel koruyucu önlemler nasıl ne kadar yürütülüyor? Yerleşim yerlerinden uzaklar ve geçici koruma statüsünde olanlara 99’lu bir kimlik verilerek onların bazı sağlık hizmetlerinden yararlanmaları sağlanıyor biliyorsunuz. Ama kendi oturdukları ilde olmak kaydıyla bu mümkün olabiliyor. Daha çok göçer oldukları için farklı yerlere gittikleri için de böyle bir olanakları da yok. Sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar.
Damgalanma Korkusu
Damgalanma korkusu ayrıca bir sorun olarak karşılarına çıkıyor. Geç başvurma meydana geliyor. Evden ya da işten atılma korkusu, maskeye erişim ciddi bir sorun. Kayıtsız, belgesiz olanlarda daha belirgin olacak şekilde… İşsizliğin artması, barınma, beslenme, sağlık giderlerini karşılayamamaları nedeniyle mültecilerin zorluklar yaşadıklarını biliyoruz. Evden çalışabilme olanağı olmayan işlerde çalışıyorlar ve çoğu işlerini kaybetti. Kayıtdışı, güvencesiz ve kötü iş koşullarında çalışan test pozitif olanların maddi olanaksızlıkları nedeniyle de işe devam ettiklerini görüyoruz.
“EVDE KALMA, EV İÇİNDE ŞİDDETE UĞRAMA OLASILIĞINI DA ARTIRDI. MESELA İNGİLTERE’DE, ŞİDDET GÖREN KADINLAR İÇİN DOKUNARAK SESSİZ ALARM VEREBİLECEKLERİ BİR SİSTEM KURULMUŞ”
Şiddet Gören Kadınlar için Sessiz Alarm
Tabii mülteci kadınların sorunlarına da özel olarak dikkat çekmek isterim. Pandemi koşullarında bunun önemi var. Kamplarda, gecekondularda, sağlıksız koşullarda yaşadıklarını biliyoruz. Sokağa çıkmama ve evde kalma, ev içinde şiddete uğrama olasılığını artırmaktadır. Türkiye’deki durumda da aslında böyle bir süreç yaşandı. Dil sorunu ve yabancı düşmanlığı nedeniyle şiddet uygulayan eşlerini ihbar ettiklerinde sınır dışı edilme korkusuyla da güvenlik ya da adli, sağlık kurumlarından gerekli hizmetleri alamıyorlar. Zaten dil sorunu yaşadıkları için de nereye başvuracaklarını da bilmiyorlar. Bu konularda yapılması gerekenler var, farklı ülke örnekleri var. Mesela İngiltere’de, şiddet gören kadınlar için dokunarak sessiz alarm verebilecekleri bir sistem kurulmuş. Bunlarla ilgili elimizde ne yazık ki veri yok bazı küçük çalışmalar var.
Covid-19 Bilgi Kaynağı: Medya
ASAM Derneğinin Mayıs ayında, 1162 yararlanıcısına telefon ederek ulaştığı bir çalışması var. Katılımcılar yarı yarıya yakın şekilde kadın ve erkeklerden oluşuyor; büyük bir çoğunluğu Suriye, Afganistan, İran, Irak uyruklu. Covid-19 hakkında bilgi kaynakları sorulduğunda; katılımcıların yüzde 64’ü medya ya da sosyal medya yanıtı veriyor; salgın döneminde hangi ödemelerinin etkilendiği sorulduğunda ise katılımcılar sırasıyla kira, fatura ve temel ihtiyaçlar yanıtını veriyor. Gıdaya erişim konusunda ise katılımcıların yüzde 62’si gıdaya erişimin azaldığını belirtiyor.
Çocukların Aşı Takibi Yapılamadı
Salgın önlemleri öncesi çalışma durumuna ilişkin sorularda; salgın öncesi yüzde 40’a yakın katılımcı günübirlik işlerde çalıştığını belirtiyor. Araştırmanın yapıldığı ve pandeminin olduğu Mayıs ayındaki süreçte katılımcıların yüzde 88 – 90’ı neredeyse çalışmadığını ifade ediyor. Sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda; büyük çoğunluk başvurmadığını söylüyor. Faydalanmama nedenleri arasında; kurumu kapalı sanma, tercüman yokluğu, evden çıkamama öne çıkıyor. Gerekli önlemlerin alınmasıyla ilgili yüzde 78’i aldığını söylüyor, birinci basamak hizmetlerin aksadığını biliyoruz. Bu süreçte çocuğu olan, bu birimlere başvuranların yüzde 20 – 30’unun aşı takibini yaptıramadığını; yüzde 67’sinin düzenli ilaç kullanamadığını, ilaçlarını temin edemediğini görüyoruz. Benzer bir araştırmayı aynı dönemlerde Mülteci Destek Derneği de yapmış. Farklı bölgelerden 385 haneye gidilmiş ve benzer sonuçlar ortaya çıkmış.
“MÜLTECİLERİN ULAŞILABİLİR EN YÜKSEK SAĞLIK STANDARDINDAN YARARLANMA HAKLARI VAR VE DEVLETLER TOPRAKLARINDAKİ TÜM İNSANLAR İÇİN SAĞLIK HAKKINI KORUMAK VE GELİŞTİRMEKLE YÜKÜMLÜ”
Devlet Sağlığa Erişimi Sağlamalı
Yapılan test sayısını, vaka sayısını, ölümleri hiç bilmiyoruz. Aşıya erişimi de bilmiyoruz. Bu veriler konusunda bilgimiz yok. Mültecilerin ulaşılabilir en yüksek sağlık standardından yararlanma hakları var ve devletler topraklarındaki tüm insanlar için sağlık hakkını korumak ve geliştirmekle yükümlü. Devletler; mülteciler ve göçmenlerin korunma, tanı, tedavi, sevk ve aşılama hizmetlerine erişimlerini sağlamak durumunda. Yine, sağlık hizmetlerine erişim ve ayrımcılıktan korunma hakkını sağlamalı. İnsan odaklı, kapsayıcı, toplumsal cinsiyete, çocuğa duyarlı sağlık hizmeti, sağlık sistemleri ve bütün ülke yaklaşımı ve ortaklığı içerisinde hareket edilmesi gerekiyor. Herkes güvende olmadığı sürece hiçbirimiz güvende olmayacağız.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu Başkanı Dr. Emrah Kırımlı, Covid-19 ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Sempozyumunda şunları anlattı:
“Salgının başından beri TTB Aile Hekimliği Kolu olarak belirsizlik ve yoğunluk içerisinde çalışıyoruz. Organize olduk kendi aramızda… Mart ayında salgın ilk vaka açıklandığı zaman kendi düzenimizi kurmaya çalıştık. Bu bir yıllık süreçte Sağlık Bakanlığından anlamlı bir destek görmedik. Bunun bizim için yoğun bir maraton olacağını biliyorduk. Mart ayında ilk salgınla beraber TTB Aile Hekimleri olarak rehberimizi yayımladık ve orada da bunun çok uzun bir süreç olduğunu tarif ettik… Buna kendi kendimizi hazırladık. Rehberimizde sosyal mesafe, fiziksel mesafe, işyerinde hijyenle ve sakinlikle bu süreci atlatabileceğimizi ifade ettik.
Çalışanlara Özel Rehber Hazırladık
Çalışma koşullarını tarif ettik arkadaşlarımıza… O zamanlarda henüz klinik rehberlerde olmayan önerileri de Mart ayından itibaren dünyadan da takip ederek kendi rehberimize yerleştirmiştik. Sadece Covid-19 özelinde değil bizim yaptığımız yoğun bir iş var. Gebe – bebe izlemi, kronik hastalıklar, erişkin aşıları, gündelik şikayetlerin yönetilmesi gibi işlerin nasıl yönetileceğini ifade etmeye çalıştık. Hastanelerde şimdi aşı odaları kuruluyor mesela, bizde böyle yerler olmadığı için mekan belirleyemeyeceğimizi göz önüne alarak arkadaşlarımıza bir zaman belirlemelerini söyledik. Mekan problemimizden dolayı girişi, çıkışı, bekleme alanlarının nasıl olması gerektiğini önerilerde bulunduk, uygulayan arkadaşlarımız oldu. Haziranda normalleşmenin başlamasıyla beraber ikinci bir rehber daha yayımlayarak kendi aramızda bunu yapmaya çalıştık.
“2019 YILINA AİT BAKANLIK VERİLERİNE GÖRE YILLIK 800 MİLYON CİVARINDA SAĞLIK KURUMLARINA MÜRACAAT YAPILMIŞ. BUNUN 278 MİLYONU AİLE HEKİMLİĞİNE”
“SAĞLIK BAKANLIĞININ ASM’LER İÇİN YAPTIĞI ÇALIŞMA REHBERİ İLK HAZİRAN 2020’DE PROGRAMA GİRDİ. BURADA İÇİNDEKİLER KISMINI BEN KOYDUM SADECE; 4 SAYFALIK BİR BÖLÜM BURASI… ASM’LER İÇİN… AKARYAKIT İSTASYONLARINDA DAHA UZUN BİR TARİF YAPMIŞ SAĞLIK BAKANLIĞI ORAYA; HERHALDE DAHA UZUN VE DAHA ÖNEMLİ GÖRÜYOR…”
Aile Hekimine Müracaat Bir Yılda 278 Milyon
Sağlık Bakanlığının ASM’ler için yaptığı çalışma rehberi ilk Haziran 2020’de programa girdi. Burada içindekiler kısmını ben koydum sadece; 4 sayfalık bir bölüm burası… ASM’ler için… Akaryakıt istasyonlarında daha uzun bir tarif yapmış Sağlık Bakanlığı oraya; herhalde daha uzun ve daha önemli görüyor…
2019 yılına ait Bakanlığın basın bülteninde ifade edildiği üzere; yıllık 800 milyon civarında bir müracaat yapılmış sağlık kurumlarına. Bunun 278 milyonu aile hekimliğinde; 300 milyonu entegre ilçe hastanelerinde ki orada da aile hekimlere çalışıyor. 524 milyonu da ikinci ve üçüncü basamağa gelmiş. Peki buna kim karşılıyor? Tüm Türkiye 2010’da aile hekimliğine geçti. O zaman 19 bin aile hekimliği birimi varmış;14 bin de ebe-hemşire varmış. 2018’a geldiğimizde Sağlık Bakanlığı 27 bin aile hekimi derken aile hekimliği biriminden bahseder, gerçekte bu 26 bin birimde 24 bin hekim 22 bine yakın da ebe-hemşire çalışıyor. Türkiye’de sağlık insan gücüne baktığımız zaman 2010’dan 2018’e geldiğimizde iki katından fazla artış söz konusu; aile hekimliğinde böyle bir şey yok. İş gücünün yüzde 15’i kadar birinci basamakta hekim… ebelerin önemli bir kısmı aile hekimliğinde, ama hemşirelere baktığınız zaman yüzde 5 bile değil! Bir aile hekimliği biriminde bir hekim, bir ebe ve hemşire ile birlikte götürülüyor işte bu 300 milyona yakın müracaat kısmı.. Salgın da bunun üzerine geldi.
İş Güvenliği Eğitimimiz Hiç Olmadı
Salgın döneminde biz neyle karşılaştık? İş güvenliği eğitimimiz hiç olmadı. Yani salgının başından beri işverenimiz olan Sağlık Bakanlığından bize iş güvenliği eğitimi hiç verilmedi. hala da verilmiyor. Kendi kendimize yaptık bunları… Koruyucu ekipman hiç verilmedi. Salgının başından bugüne kadar bunu herkes dillendirdi; işte en son geçen hafta yaptık çalışmamızı orada da ne yazık ki yüzde 20 civarında yeterli ekipman geldi. O da sadece maske için… Dezenfektan gibi ürünler hiç yok. Mekanlarımız zaten problemli… İstanbul’daki gibi büyük şehirlerde özellikle, Aile Sağlık Merkezlerinin (ASM) yüzde 30’u kiralanmış yerler… İstanbul’da 4. katta çalışan ASM var. İş yükümüz de arttı, hiç kesilmedi. Sağlık Müdürlüğü’nün web sitesinde bu salgın boyunca devam eden bir şekilde aile hekiminize randevusuz gidebilirsiniz diye söylendi ki bu arada Sağlık Bakanlığı rehberlerinde kuaförlere bile randevuyla gideceğini belirtiyordu.
Biz sözleşmeli çalışan olduğumuz için öldüğümüz zaman devlet memurları gibi haklarımız olmuyor. Arkamızda kalan kimseye ne bir maluliyet ödeneği ne de bir maaş bırakamıyoruz. Düzenli olarak her sene birkaç arkadaşımız için bağış topluyoruz; geride bıraktıklarının yaşamını devam ettirmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Salgında da bu yine devam etti.”
“ÖZEL HASTANELER PANDEMİ DOLAYISIYLA ZARAR ETTİKLERİNİ İFADE ETTİLER FAKAT BÖYLE BİR ZARAR SÖZ KONUSU DEĞİL; ZIMNİ BİR ANLAŞMAYLA, ‘BİZ TEMİZ HASTANE OLARAK KALALIM, KAMU HASTANELERİ PANDEMİ HASTANELERİ OLSUN, BİZ SADECE ELEKTİF VAKALARDA İLAVE ÜCRET MİKTARINI ARTTIRARAK ÜCRET ALALIM’ DEMİŞ OLDULAR”
Dr. Güray Kılıç,
Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından düzenlenen Covid-19 ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Sempozyumuna katılan İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Güray Kılıç, özel hastanelerin pandemi yönetimine ilişkin şöyle konuştu:
“Kamu hastanelerindeki düzene benzer bir işleyiş özel hastanelerde de kuruldu; burada normal çalışma düzeni bozuldu; Covid-19 yoğunluğunun, bu hastalığın boyutunun ileri derecede artması Covid-19 dışı çalışmada bir azalmaya yol açtı. Yani Covid-19 dışı hastaların başvurusu kamuda olduğu gibi özel sağlık sektöründe de oldukça azaldı. Özellikle pandeminin ilk birinci döneminde yani Nisan, Mayıs aylarında Hazirana yani normalleşme sürecine kadar o şok dönem diye tanımlayacağımız dönemde hasta akışında ciddi azalma meydana geldi. Hem kamu hastaneleri hem de özel hastaneler pandemi hastanesi olarak ilan edildi.
“ÖZELLİKLE SAĞLIK TURİZMİNİN BELİRGİN BİÇİMDE AZALMASI BU HASTANELERİN GELİRLERİNİ BAŞLANGIÇ DÖNEMİNDE AZALTTI. TABİİ HASTANELER DE BUNU CİRO BASKISI ALTINDA ÇALIŞAN MESLEKTAŞLARIMIZA YANSITTI. ÖNCELİKLE DİĞER SAĞLIK ÇALIŞANLARIN KISA ÇALIŞMA ÖDENEĞİ ADI ALTINDA ONLARIN SAYILARINI AZALTTI”
Sağlık Turizmi Belirgin Biçimde Azaldı
İleri derecede hastaların azalmış olma hali tabii kamudan farklı olarak özel hastanelerde bir gelir kaybı olarak değerlendirildi. Aslında kamu da performans baskısı altında çalışıyor; Sağlık Bakanlığı, hastanelerin gelirlerini artırmasını bekliyor ama, öyle ya da böyle bu türden olağanüstü durumlarda doğaldır ki destekleniyor. Zaten kamu otoritesi pandemiye dönük önlemlerini alıyor. Ama özel sağlık alanında böyle bir tablo yoktu. Özellikle sağlık turizminin belirgin biçimde azalması bu hastanelerin gelirlerini başlangıç döneminde azalttı. Tabii hastaneler de bunu ciro baskısı altında çalışan meslektaşlarımıza yansıttı. Öncelikle diğer sağlık çalışanların kısa çalışma ödeneği adı altında onların sayılarını azalttı. Hastanedeki personelin işten çıkarılması yasaklandığı için personeli işten çıkarmadı ama kısa çalışma ödeneği ile çalışmak durumunda bıraktı.
“ÖZEL HASTANELERDE HEKİMLERİ İŞTEN ÇIKARMAK DİYE BİR ŞEY SÖZ KONUSU DEĞİL. ÇÜNKÜ HEKİMLER ZATEN ÇALIŞAN DEĞİL YANİ İŞ YOKSA HASTANEYE GELMELERİNE DE GEREK YOK. DOĞAL OLARAK ÜCRET DE YOK. ÇÜNKÜ ŞİRKET KURARAK YA DA SERBEST MESLEK MAKBUZU KESEREK HASTANE PATRONUNA FATURALAMA SÖZ KONUSU”
Özelde Hekimler Hastaneye Fatura Kesiyor
Peki kimlere ne oldu? Hekimlerin durumu enteresan… Hekimler biliyorsunuz özel hastanelerde, zincir hastanelerde farklı çalışma koşulları ile çalışıyorlar. İş Kanunu’nun gerektirdiği bordrolu çalışmadan maalesef önemli ölçüde uzaklaşmış durumdalar. Ne oldu? Şirketleşme şeklinde bir çalışmaya zorlandı buradaki meslektaşlarımız… Özellikle zincir hastaneler, Sağlık Bakanlığıyla iş birliği içerisinde bu meslektaşlarımızın şirket kurarak hastaneye hizmet satmasını sağlayan bir çalışma modeli geliştirdiler. Yani aynı hastanede çalışıyorsunuz ama oradan sanki yer kiralamış gibi oluyorsunuz ve fatura karşılığı sattığınız hizmetin bedelini alıyorsunuz.
Cerrahi Branşlar Gelir Kaybı Yaşadı
Bu nasıl bir sonuç ortaya çıkarır? Covid-19 dış hastalıklar için uğraşan özellikle cerrahi branştaki arkadaşlarımız vaka sayısındaki azalmaya bağlı olarak bir gelir kaybıyla karşı karşıya kaldılar. İşten çıkarmak diye bir şey söz konusu olmadı. Ya da ücretli ya da ücretsiz izne çıkarmak diye bir şey sözkonusu olmadı. Neden dersiniz? Çünkü bunlar zaten çalışan değil yani iş yoksa hastaneye gelmelerine de gerek yok. Doğal olarak ücret de yok çünkü şirket kurarak ya da serbest meslek makbuzu keserek hastane patronuna fatura ediyordu. Bu maalesef Covid-19 öncesi özel sağlık alanında çalışan hekimlerin en büyük sorunu pandemiye aynen bu şekilde yansıdı. Bu çok iç acıtıcı bir durum.
Hekimlerin Yüzde 85’i ücret kaybına uğradı
İstanbul Tabip Odası Özel Hekimlik Komisyonu olarak bu alandaki sorunları saptayabilmek için bir anket düzenledik. Özellikle ilk dönem için yani Haziran ayına kadar olan süreci değerlendiren bir anketti. Hekimlerin yüzde 75’i hak edişle fix ücret üzerinden çalıştığını beyan ettiler. Az önce bahsettiğim tablo içinde çalıştıklarını söylediler ve bunların da yüzde 85’i ücret kaybının olduğundan söz etti. Bu ücret kaybının esas olarak hasta işlem sayısında azalma olduğunu, özellikle yarıya yakını bu hasta işlem sayısında, girişim sayısındaki azalmaya bağlı olarak geliştiğini, fix ücretlerin de yüzde 28 oranında azaldığını söyledi.
İş Olursa Sizi Çağırırız!
Ücretli – ücretsiz izin teklifi var mı sorusuna yüzde 72’si ‘hayır’ dedi. Çünkü zaten çoğu şirkette ve dolayısıyla izin almak gibi durum sözkonusu değil. Hastaneye gelmelerine bile gerek kalmadı. ‘Evinizde oturun, iş olursa sizi çağırırız’ denildi.
Özel Hastaneye Talep Sonradan Arttı
Hastane cirosu azaldı mı? Sorusuna yüzde 97’si ‘Evet azaldı’ şeklinde yanıt verdi. .Özellikle pandemi döneminde hasta yatışının azaldığını, işlerin azaldığı, gelirin azaldığından bahsetti. Peki bu dönem hep böyle devam mı etti; özel hastane buna karşı nasıl tutum aldı? Özellikle 1 Haziran sonrası normalleşme diye tanımlanan dönemden sonra bu hastaneler kamu hastanelerinin pandemi hastaneleri olması nedeniyle buraya elektif vakaların başvurularında ciddi sıkıntılar yaşandı. Özellikle riskli gruplardaki kronik hastalıklara sahip olan hastaların bu hastanelere başvuruları, özellikle Covid-19’dan çekinme, o hastanelerdeki gerekli düzenlemelerin yapılmamış olması gibi birtakım nedenlerle bu hastalar özel hastanelere yönlendiler. Dolayısıyla da buralardan özel ameliyatlar vs bir talep artışının meydana geldiğini söylemek durumundayız. Şimdi İstanbul’da da Türkiye’nin diğer illerinde de kadim bir mesele…
Çok Yüksek Oranda İlave Ücret
SGK ile anlaşmalı olan özel hastaneler özellikle, maalesef yasal olarak almaları gereken ilave ücretin çok üzerinde ücretleri hastalardan talep eder durumdalar. Bu bir gerçeklik. Bunu özellikle İstanbul’da yaşayanlar bu hastanelere başvuranlar gayet iyi bilirler. Muhtemelen bu hastane yöneticileri de bunu gayet iyi bilirler. Dolayısıyla bu şekilde talep artışı bu hastanelerde bir tür fırsatçılığa dönüştü. Özellikle kamuda bu vakaların yapılmamasından kaynaklanan, bu başvuruların engellemesine bağlı olarak, talebin karşılanmamasından dolayı özel hastaneler de artan talebe bu şekilde yanıt verdiler. Abartılı bir ilave ücret talebi ile hastalardan ücret aldılar. Bu çok kritik bir sorun. Bu sorunun özellikle vatandaşlar üzerinde ciddi etkileri oldu. Sağlık Bakanlığı denetlemeyi de gerçekleştirmedi. Sosyal Güvenlik Kurumu böyle bir denetlemeyi gerçekleştirir ve böylece kaybetmiş oldukları ‘zararı’ telafi ettiler ama bunun aynı oranda hekimlere yansıdığını söylemek mümkün değil.
Özel Hastaneler Pandemi ile İlgili Ne Yaptılar?
Başlangıçta Sosyal Güvenlik Kurumu pandemiyle ilgili özel bir ücret tanımlamadı, daha sonra 4 Nisan ve 9 Mayıs’ta çıkardığı genelgeler ile pandemi bakım hizmet paketi diye bir paket tanımı yaptı. Böylece Covid-19 ya da olası Covid-19 tanılı hastalar için normal ücretin iki katına varan bir ücreti tanımladı. Bunun içine hem tanı testleri hem de diğer tedavi imkanları ve yoğun bakım girdi. Yani pandemi bakım hizmet paketi adı altında, yoğun bakım için ödenen ücretlerden neredeyse iki katına yakın bir paradan özel hastaneler ciddi olarak yararlandılar. Diğer alanlardaki azalmayı buradan gelen kazançla kapadılar; hastanedeki personel sayısını azalttılar; hastanedeki personelle sadece Covid-19 hastası bakan hastaneler ortaya çıktı.
Yoğun Bakım için de İlave Ücret
Büyük hastaneler için özellikle yoğun bakımlarda çok ciddi sorunlar yaşanmaya başladı. Biliyorsunuz bizim mevzuatımıza göre yoğun bakımda da hastalardan ilave ücret alınmaz. Sosyal Güvenlik Kurumu bu hastanelere ücret öder ve bunların hasta dağılımını da Sağlık Bakanlığı yapar. Ama birtakım manipülasyonlarla yoğun bakım yataklarının boş bırakıldığı, özellikle yoğun bakımın ertelenmesi ilkesinden de hareketle özellikle Covid-19’dan dolayı yoğun bakım ihtiyacı arttığından dolayı da buradaki yoğun bakım hizmetlerinden hastalardan ilave ücret talep edildi. Bu oldukça iç acıtıcı bir durumdur.
Ücretini Ödeyene Yoğun Bakım Yatağı
Sağlık Bakanlığını biz Oda olarak o dönemde uyardık; özeldeki yoğun bakım yataklarına ki tüm Türkiye’deki yatak sayısının yaklaşık üçte birine (yüzde 35’i) denk geliyor mutlaka el koyması gerektiğini ifade ettik. Pandemi gibi özel bir durumda yoğun bakım yatağı ihtiyacının bu kadar artmış olduğu bir dönemde özel hastanelerde maalesef yoğun bakım yatakları bunun ücretini ödeyebilenlere tahsis edilmeye başlandı. Biz Sağlık Bakanlığına bu yataklara el koymasının bir kamu otoritesi olarak, özellikle eğitim araştırmaların denetiminde bu hastanede bu yatakların üretilmesi gerektiğini söyledik. Muhtemelen Bakanlık bundan gerekli dersleri çıkararak bundan sonraki dönemde bunu gerçekleştirecek.
Özel Hastaneler Aslında Zarar Etmedi
Özel hastaneler zarar ettikleri yönünde söylemlerde bulundular fakat böyle bir zarar söz konusu değil; zımni bir anlaşmayla, ‘biz temiz hastane olarak kalalım, kamu hastaneleri pandemi hastaneleri olsun, biz sadece elektif vakalarda ilave ücret miktarını arttırarak ücret alalım’ demiş oldular.
“SAĞLIK KAMU ELİYLE YÜRÜTÜLMESİ GEREKEN BİR HİZMETTİR. SAĞLIĞI BU KADAR BÜYÜYEN ÖLÇÜLERDE ÖZEL SEKTÖRE TESLİM EDERSENİZ HELE YOĞUN BAKIM YATAĞI GİBİ STRATEJİK ALANLARI ÖZEL SEKTÖRE TESLİM EDERSENİZ, BU TÜRDEN KRİZ ORTAMLARINA YANIT VERMENİZ ÇOK KOLAY OLMAZ!”
Salgını Nasıl Bir Fırsata Dönüştürebiliriz!
Sonuç olarak; özel hastanelerin ve bunları yöneten şirketlerin bu süreçte çok iyi sınav verdiklerini düşünemiyoruz. İlk aşamada sağlık çalışanlarının ve hekimlerin gelirlerini azaltarak pandemiye yanıt verdiler. Sonraki aşamada da ‘gelirlerimizi nasıl arttırabiliriz, salgını nasıl bir fırsata dönüştürebiliriz’ kaygısıyla hareket ettiler. Bu da şunu gösteriyor ki sağlık kamu eliyle yürütülmesi gereken bir hizmettir. Sağlığı bu kadar büyüyen ölçülerde özel sektöre teslim ederseniz hele yoğun bakım yatağı gibi stratejik alanları özel sektöre teslim ederseniz, bu türden kriz ortamlarına yanıt vermeniz çok kolay olmaz! Orada çalışan hemşireler ve diğer sağlık çalışanlarının eğitimlerinin geleceği için iyi bir ortam oluşmaz.”
“MART – EYLÜL 2020 ARASINDA SAĞLIK BAKANLIĞI HASTANELERİNDE DOÇENT, UZMAN, PRATİSYEN ASİSTAN OLAN 2412 HEKİM İSTİFA ETTİ. BUNLARIN ÇOK AZI HİZMETE GERİ DÖNDÜ. 512’Sİ ÖZEL HASTANELERE BAŞLADI”
Dr. Deniz Erdoğdu
Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından düzenlenen Covid-19 ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Sempozyumunda konuşan TTB Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Deniz Erdoğdu şunları kaydetti:
“Covid-19 salgını dolayısıyla istifalar söz konusu oldu. Mart – Eylül 2020 arasında Sağlık Bakanlığı hastanelerinde doçent, uzman, pratisyen asistan olan 2412 hekim istifa etti. Bunların çok azı hizmete geri döndü. 512’si özel hastanelere başladı. Ekim 2020’deki izin, istifa, emeklilik Genelge ile yasaklandı. Ocak ayında istifa dışında diğer yasaklar kalktı. Aşılamanın önemli oranda gerçekleştiği aile sağlığı merkezlerinin yüzde 30’unun hemşiresi yok. 12 Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç olan 796 SES üyesi var; bunların 173’ü göreve dönebildi. 3 bine yakın ihraç edilen hekim var. Fiili hizmet zammı yani yıpranma payı bir yasayla çıktı fakat eksiklikleri söz konusu; her 5 yıla bir yıl şeklinde olması uygun olacaktır. Fiili hizmet zammı yasasının tekrar düzenlenmesi lazım.
Güçlü Liderlik, Açık ve Dürüst İletişim
“COVID 19’UN SAĞLIK ÇALIŞANLARINDAKİ HASTALANMA, ÖLÜM KORKUSU, KARANTİNA, KENDİ KENDİNE UYGULADIĞI İZOLASYONUN NEDEN OLDUĞU PSİKOLOJİK ETKİLERİNİ AZALTMAK İÇİN GÜÇLÜ LİDERLİK, AÇIK VE DÜRÜST İLETİŞİMLE SÜREÇ YÖNETİLMELİ”
Peki ne öneriliyor? Yine literatürden bir bilgi paylaşmak isterim: Covid 19’un sağlık çalışanlarındaki hastalanma, ölüm korkusu, karantina, kendi kendine uyguladığı izolasyonun neden olduğu psikolojik etkilerini azaltmak için güçlü liderlik, açık ve dürüst iletişimle süreç yönetilmeli deniyor. İş güvenliği sağlanmalı, gıda, dinlenme, aile desteği ve psikolojik destek sağlanması gerektiği ifade ediliyor. Diğer taraftan fiziksel olarak kas – iskelet sistemine bağlı birikimli travma bozuklukları da daha fazla ortaya çıktı. Molasız, uzun süre kötü postürde çalışma sonucu bel ve eklem ağrısı, sinir tuzaklanması, tendinit, ayaklarda plantar fasiit gibi patolojileri ortaya çıkarabiliyor. Önlem olarak postür düzeltilmeli,terapötik egzersizler, relaksasyon, solunum egzersizleri öneriyoruz. Çalışma ortamında argonomik önlemler alınmalı, havalandırma tedbirleri alınmalı, yeterli genişlikte dinlenme, soyunma, yemek ve tuvalet mekanları sağlanmalı.
65 Tabip Odasından da Onay
Hastanelerde tehlike ve risk anlamında 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununda, salgın hastalık ve acil yardım hizmetlerinde sağlık alanları ve ortamında sağlık çalışanlarının sağlığı ve güvenliği sağlanmalıdır deniyor. Fakat uygulamada biz bunu görmüyoruz. TTB tarihinde ilk kez 65 Tabip Odasının da onayını alarak ortak faaliyetler yürüttü; tüm kamuya tanıttı bu konuyu ve sahiplenmesini sağladı. Meclis’te de gündem oldu. Henüz tam bir kazanım elde ettiğimiz söylenemez.”
“DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNE ÜYE ÜLKELERİN YÜZDE 70’İNDE SAĞLIK ÇALIŞANLARI İÇİN ULUSAL İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ PLANLARI NE YAZIK Kİ YOK”
Dr. Elif Altundaş
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER) İş Sağlığı Çalışma Grubu Üyesi Dr. Elif Altundaş, TTB tarafından düzenlenen Covid-19 ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Sempozyumunda şunları kaydetti:
“Covid-19 pandemisi dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamını yitiren sağlık çalışanları ile ilgili yapılan düzenli izlem çalışmaları çok fazla veri sunuyor. Orada da bizim ülkemizde olduğu gibi resmi kurumlar tarafından yapılan açıklamalarla yine izleme katkı koyan unsurların yaptığı açıklamalar arasında fark var. 3 Mart 2021 itibariyle 3500 üzerinde sağlık çalışanının yaşamını yitirdiği belirtiliyor. Ölen sağlık çalışanlarının çok önemli bir bölümü, üçte ikisinden fazlası, beyaz değil ve önemli bir bölümünün üçte birini hemşireler ikinci sırada da klinik destek personeli teşkil ediyor. Arkasından hekimler geliyor ve yaşamını getiren sağlık çalışanlarının ne yazık ki yüzde 44’ü hastane çalışanları… Yaşamını yitiren sağlık çalışanları bu sürecin öncesinde yakınlarına kişisel koruyucu donanımlar konusundaki endişelerinden, bu donanımlara erişim ve kullanım teminiyle ilgili yaşadıkları sorunlardan bahsetmişler. Dolayısıyla pandemi tüm ülkelerde eşitsizliklerin daha derin, daha belirgin hissedildiği ülkelerde daha yıkıcı etkiler sergilemeye devam ediyor.”
“AMERİKA’DA 3 MART 2021 İTİBARİYLE 3500 ÜZERİNDE SAĞLIK ÇALIŞANININ YAŞAMINI YİTİRDİĞİ BELİRTİLİYOR. ÖLEN SAĞLIK ÇALIŞANLARININ ÇOK ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜ, ÜÇTE İKİSİNDEN FAZLASI, BEYAZ DEĞİL VE ÖNEMLİ BİR BÖLÜMÜNÜN ÜÇTE BİRİNİ HEMŞİRELER İKİNCİ SIRADA DA KLİNİK DESTEK PERSONELİ TEŞKİL EDİYOR”
İş Sağlığı ve Güvenliği Planı
Türkiye’de yasal düzenlemelere ilişkin bilgi veren Altundaş şöyle konuştu: “Dünya Sağlık Örgütüne üye ülkelere bakıldığı zaman bu ülkelerin yüzde 27’sinde sağlık çalışanları için ulusal iş sağlığı ve güvenliği planlarının olduğu görülüyor. Yani Dünya Sağlık Örgütüne üye ülkelerin yüzde 70’inde sağlık çalışanları için ulusal iş sağlığı ve güvenliği planları ne yazık ki yok. Peki ülkemizdeki durum ne? Ülkemizdeki durum biliyorsunuz bizim biricik İş Sağlığı Güvenliği Kanunumuz var, çokça eleştirdiğimiz, çokça eksiği olduğunu bildiğiniz ve değerlendirdiğimiz… Ülkemizdeki ilk Kanun bu alandaki. Bu Kanunda 28 Temmuz 2020 tarihinde daha önce gerçekleştirilen bir erteleme yine bir Kanun teklifi ile birlikte yeniden yapıldı. Bugünü baz aldığımızda aslında pandeminin ortaları denebilecek bir süreçte yapıldı. Bizim açımızdan önemi ne? Kamu sağlık kuruluşları açısından önemi şöyle: Bu maddeye göre kamuya ait işyerlerinde iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirme yükümlülüğü bir kez daha 2024 yılına ertelendi. Bu çok önemli bir nokta çünkü eğer gerekli yeterli iş sağlığı ve güvenliği profesyonellerinden yoksunsanız bu alanda hizmet üretebilme şansına da sahip olamazsınız. Dolayısıyla bu bizim için çok önemli bir nokta! Bize neler kaybettiriyor bunlardan bahsetmek istiyorum…
“KAMUYA AİT İŞYERLERİNDE İŞ GÜVENLİĞİ UZMANI VE İŞYERİ HEKİMİ GÖREVLENDİRME YÜKÜMLÜLÜĞÜ BİR KEZ DAHA 2024 YILINA ERTELENDİ. BU ÇOK ÖNEMLİ BİR NOKTA ÇÜNKÜ EĞER GEREKLİ YETERLİ İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ PROFESYONELLERİNDEN YOKSUNSANIZ BU ALANDA HİZMET ÜRETEBİLME ŞANSINA DA SAHİP OLAMAZSINIZ
Yataklı Tedavi Kurumları Çok Tehlikeli Sınıfta
Tıpkı maden iş kolu söz konusu olduğu gibi yataklı tedavi kurumları çok tehlikeli sınıfta yer alıyor…. Dolayısıyla çok tehlikeli sınıfta istihdam edilmesi gereken iş sağlığı profesyonellerinin sayı ve çalışma sürelerinin de bununla uyumlu olması gerekiyor. Ancak biraz önce sözünü ettiğimiz erteleme ve öteleme bu konuda bizi, iş sağlığı profesyonellerinden yoksun kılıyor. Örneğin 750 çalışanı olan küçük ölçekli bir hastane için istihdam edilmesi gereken en az bir tam zamanlı işyeri hekimi olması gerekirken iş güvenliği uzmanı sayısının olağan koşullarda 3 olması gerekiyor. Yasal düzenlemeler ve bunların uygulamaları aslında iş sağlığı güvenliği hizmetlerinin garantisi, iş sağlığı güvenliği hizmetlerinin sürdürülmesi için üretilebilmesi için olmazsa olmaz. Dolayısıyla bunun yokluğunda biz neden mahrum kalıyoruz? Sağlık çalışanlarının gözetimi dediğimiz zaman işe giriş muayeneleri ile başlayan uygun işe yerleştirme, aralıklı kontrol muayeneleri, iş kazası, meslek hastalığı, uzun süreli hastalık sonrası işe dönüş muayenesi ve bunların sonrasında yine uygun işe yerleştirme, özellikli grupların incinebilir grupların, kronik hastalığı olanların, engellilerin izlem ve gözetimi, sağlık çalışanlarının bağışıklanması, sağlık eğitimi ve sağlığı geliştirme faaliyetlerinin bütünüyle bunlardan yoksun kalma ya da en azından bunların sekteye uğramasından ne yazık ki bahsetmek zorundayız.
Hastanelerde Çalışma Ortamı Gözetimi
Yine hastanelerde çalışma ortamı gözetimi söz konusu olduğunda risk değerlendirmesi, kişisel maruziyet ve ortam ölçümleri, risklerin kontrol hiyerarşisine göre alınacak önlemler, ISG eğitimleri, sağlığı geliştiren işyerleri ve çalışma ortamlarına ulaşmak doğrultusundaki çabaları büyük ölçüde örgütleyen, bu konuda çalışmalar yürüten iş güvenliği uzmanlarının olmadığı koşullarda da bu çalışma ortamı gözetiminin yine en iyi niyetli yaklaşımla eksik kalacağından bahsetmek durumundayız.
Risklerin Kontrol Hiyerarşisi
Bu noktada risklerin kontrol hiyerarşisinden bahsetmek istiyorum: Herhangi bir çalışma ortamında mesleki risklerin, tehlikelerin önlenmesinde nasıl bir kontrol hiyerarşisi olması gerektiğini bize tanımlayan, bilimsel yöntemlerle ortaya konulmuş bir diyagram. En tepede eliminasyon yer alıyor. Tehlikeyi fiziksel olarak ortadan kaldırmak, arkasından tehlikeli maddeyi tehlikeli olmayanla değiştirmek, üçüncü sırada mühendislik önlemler tabi ki en etkiliden en az etkiliye doğru gidiyor, arkasından yönetsel önlemler. Yani kişilerin çalışma şekillerinin örneğin değiştirilmesi ve son basamakta da kişisel koruyucu donanımlardan en az etkili basamak olarak bahsediliyor.
Hastanelerin Havalandırma Koşulları
Bunu Covid-19’a uyarladığımız evden çalışma, evde kalma, riskli gruplar için kırılgan gruplar için bunların sağlanması… Yer değiştirmek için çok iyi bir örneğimiz yok. Ama mühendislik önlemler söz konusu olduğunda buradaki biyolojik numune alma kabini gibi bariyerlerin oluşturulması ya da negatif basınçlı odaların varlığı yine sosyal mesafe bariyerleri ön plana çıkan uygulamalar olarak karşımıza geldi. Ama biz bu süreçte kendimizi bariyer haline getirerek aslında risklerden ve tehlikelerden korunmak durumunda da kaldık. Mühendislik önlemler içerisinde özellikle hastanelerin sağlık kurum ve kuruluşlarının fiziksel koşulları büyük önem taşıyor. Havalandırma koşulları büyük önem taşıyor. Bunun arkasından yönetsel önlemlerden edecek olursak kişilerin çalışma şekillerinin değiştirilmesi doğrultusunda bu dönem bir dizi müdahalelerde bulunuldu. Ama biliyoruz ki özellikle sağlık çalışanlarının sayı ve dağılımlarının sınırlı olduğu bir dönemde bunu gerçekleştirmek çok da mümkün değildi. Çalışma sahiplerine azaltmak önerilirken biz çoğu kez uzayan çalışma sürelerinin altında ezildik. Ne yazık ki izin ya da istifa hakkının bu dönemde engellenmesi bir diğer problem olarak karşımıza çıktı.”
Ufuk Söğütlüoğlu, MSD Türkiye Bölgesi Finans Direktörü olarak atandı. Ufuk Söğütlüoğlu, MSD bünyesinde hem lokal hem de global görevler alan ve son olarak MSD Güney Afrika Finans Direktörü görevini yürütüyordu.
Emre Tüzer, MSD Türkiye Pazar Erişim Direktörlüğü görevine getirildi. 2007 yılından günümüze kadar Janssen Türkiye ve Janssen EMEA’da birçok farklı rol üstlenen Emre Tüzer, Kasım 2020’den bugüne kadar Janssen Türkiye MSS İş Birimi Direktörü görevini yürütmekteydi.
“NE YAZIK Kİ MEZUNLARIMIZIN BÜYÜK BİR BÖLÜMÜ SON YIL EĞİTİMLERİNİ ÇOK ACİL BİR – İKİ STAJ DIŞINDA TAMAMLAYAMADI. GERÇEK HAYATTA KARŞILAŞABİLECEKLERİ DURUMLARI YAŞAMA FIRSATLARI OLMADI. O YÜZDEN SAĞLIK BAKANLIĞININ, MEZUNLARI BİR ORYANTASYON EĞİTİMİNE ALMASI GEREKLİ”
Prof. Dr. Orhan Odabaşı
Türk Tabipleri Birliği (TTB), pandemide tıp eğitimi sorunlarını değerlendiren online basın toplantısı gerçekleştirdi. Tıpta Uzmanlık Kurulu Üyesi Prof. Dr. Orhan Odabaşı şunları kaydetti:
“Ülkemizde tıp eğitimi düşünüldüğünde önümüzde büyük bir tablo var. Bu tablonun içerisinde sağlık insan gücü, uzmanlık eğitimi, uzmanlık eğitiminin programının belirlenmesi, tıp fakültesi açılması gibi birçok başlık var ama bunların içerisinde bir başlığa özellikle dikkat çekmek istiyorum. Sağlık alanında en büyük işveren Sağlık Bakanlığı… Başka bir meslek grubu yok ki diplomasında bir Bakanın imzasının olsun… Nitekim sağlık eğitimini yapılandıran, tıp fakültelerini açan, fakültenin öğretim üyelerini atayan, oradaki yeterlikleri tanımlayan, diplomayı onaylayan, uzmanlık ve atama gibi bütün süreçleri tek elde toplayan aslında bir yükseköğretim olan uzmanlık eğitimini, tıp fakültesi eğitimini yapı olarak tek elde toplayan bir Sağlık Bakanlığı var.
“TÜRKİYE’DE 125 TIP FAKÜLTESİ VAR! NÜFUS OLARAK BİZE YAKIN İNGİLTERE VE İRLANDA’DA 61, FRANSA’DA 54, İSPANYA’DA 44, İTALYA’DA 47 VE ALMANYA’DA 43 TIP FAKÜLTESİ VAR”
Tıp Fakülteleri Tablosu Nasıl?
2021 yılı itibariyle 125 tıp fakültesi var. Bunlardan 89’u devlet, 36’sı vakıf üniversitelerine ait. Bunlar içerisinde 76 tanesi mezun veriyor. Türkiye’de 30 tıp fakültesi İstanbul’da, 13 tıp fakültesi Ankara’da, 8 tıp fakültesi İzmir’de yapılanmış durumda. 11 ilimizde de bu rakamlar dışında 2 ile 4 tane tıp fakültesi bulunuyor. Toplam 60 ilde tıp fakültesi kurulmuş durumda… 125 tıp fakültesinin içerisinde 131 program var. Neden? 18 tıp fakültesinde hem Türkçe tıp Fakültesi hem de İngilizce tıp fakültesi şeklinde çift program var. Her biri ayrı tıp fakültesi…
Öğrenci Olmayan Tıp Fakülteleri
Bu fakülteler içerisinde henüz 12 tanesi öğrenci almıyor. Bunların içerisinde 14 tanesi kurulmuş ama tıp fakültesi eğitimini başka bir tıp fakültesinde yürütüyor. Hemen arka planına baktığımızda bir fakültenin kurulduğunu ama öğrencisine eğitim veremediğini düşündüğümüz de altyapı, eğitici insan gücü olanaklar açısında yeterli olmadan onay aldığını düşünüyoruz ve birçok tıp fakültesi ne yazık ki hem kurulduğu ilde hem bir anlamda destek aldığı tıp fakültesinde yeni sorunların yaratılmasına neden oluyor.
“2004 YILI ÖNCESİ 48 TIP FAKÜLTESİ VARKEN SONRAKİ 10 YILLIK DÖNEMDE 39 TANE VE SON 6 YILLIK DÖNEMDE 38 TANE TIP FAKÜLTESİ KURULDU”
Hızla Kurulan Tıp Fakülteleri
2004 yılı öncesi 48 tıp fakültesi varken sonraki 10 yıllık dönemde 39 tane ve son 6 yıllık dönemde 38 tane tıp fakültesi kuruldu.
125 Tıp Fakültesi ile 1. Sıradayız
Avrupa’da övünülür mü bilmiyorum ama bu durum bizi gerçekten kaygılandırıyor; sıra olarak sayı olarak bu nüfus oranlarına da baktığımızda Türkiye, dünyada 125 tıp fakültesi ile 1. sırada… Nüfus olarak bize yakın İngiltere ve İrlanda’da 61, Fransa’da 54, İspanya’da 44, İtalya’da 47 ve Almanya’da 43 tıp fakültesi var. Nüfus çok belirleyici çünkü sağlık hizmetini verirken nüfus da belirleyenlerden bir tanesi. Ama bir hesap yapmak istiyorum. 664 bin kişiye Türkiye’de bir tıp fakültesi düşüyor. Fakat mevcutta 664 bin nüfusu olan – olmayan illerimiz de bulunuyor. Bunun sayısı da 25! Yani nüfusu 664 binin altında olan ama tıp fakültesi bulunan 25 ilimiz var; 60 ilde tıp fakültesi olduğunu hatırlatmak isterim.
1 Buçuk Milyon Kişiye Bir Tıp Fakültesi
Dünyada ortalama bir buçuk milyon kişiye bir tıp fakültesi düşmektedir. Amerika’da bu rakam biraz daha yüksek. Avrupa ile kıyaslamak gerekirse bir buçuk milyon kişiye bir tıp fakültesi şeklinde söylemekte yarar var. Türkiye’deki tıp eğitiminin bence en önemli sorunlarından bir tanesi bu; 86 fakültemiz Türkçe, 9 fakültemiz İngilizce eğitim veriliyor. Her iki programı olan 18 tıp fakültemiz var. Toplamda 104 program Türkçe eğitim veriyor.
İngilizce, özellikle bilim dili olarak İngilizce’yi anlamak, bilmek ve dil hakimiyeti çok önemli. Belki zaman zaman hani sağlık turizmi gibi bunu da bir turizm başlığı gibi düşünüp uluslararası öğrenciler konusu gündeme getirilebilir. Ama bunun karşılığının, kabaca söylüyorum: 9 artı 18 yani 27’ye yakın tıp fakültesinin de İngilizce eğitimle ilgisi olmadığını tanımlamak gerekir.
“TÜRKİYE’DE İNGİLİZCE TIP EĞİTİMİ ALMAK İÇİN HEM ÖĞRENCİNİN HEM ÖĞRETİM ÜYESİNİN DİL PROBLEMİNİ AŞMIŞ OLMASI GEREKİYOR. ÖĞRENCİLER, NE YAZIK Kİ KENDİ DİLİ İLE ANLAMAKTA BİLE GÜÇLÜK ÇEKTİĞİ BAŞLIKLARI SONRADAN EDİNDİĞİ BİR DİL İLE ÖĞRENME KONUSUNDA ÇOK SIKINTI YAŞIYORLAR”
İngilizce Eğitimde Dil Problemi
Ana dili dışında tıp eğitimi gibi bir eğitimi almak için hem öğrencinin hem öğretim üyesinin dil problemini aşmış olması gerekiyor. Öbür türlü çok başarılı öğrencilerimizi yüzde 1’lik, yüzde 5’lik dilimlerden aldığımız tıp fakültesi öğrencileri, İngilizce programlarının puanı biraz daha yüksek olduğu için orayı tercih ettiklerinde ne yazık ki kendi dili ile anlamakta bile güçlük çektiği başlıkları sonradan edindiği bir dil ile öğrenme konusunda çok sıkıntı yaşıyorlar. Bu da önemli problemlerimizden bir tanesi…
Programlar düzeyinde baktığımızda vakıf üniversitelerinin bu konuda biraz daha İngilizce – Türkçe ayrımında 23’e 15 gibi nispeten oran olarak daha yüksek olduğunu söyleyebilirim.
Tıp Fakültesi Öğrenci Sayıları
Tıp Fakültesi öğrenci sayılarına bakıldığında; 4500 sayısı 2000’li yılların başında tartışma konusuydu. Bugün için 16 bin 484 tıp fakültesi kontenjanı var. Toplam öğrenci 6 yıllık eğitim süresinde 122 bin 391. Oranlara bakarsanız 12 bin 928’i vakıf üniversitelerinde. Bir tıp fakültesinde bir öğretim üyesine kabaca 7 – 8 öğrencinin düştüğünü söylüyoruz. Vakıf üniversitelerinde bu oran biraz daha düşük: 4 öğrenci. 2015 verilerine göre Amerika’da 2’ye yakın! Bu, doğrudan mezuniyet öncesi tıp eğitimini belirleyen bir etmen.
Öğrenci Sayısı Yüksekliği
Tıp eğitimi, ilk yılları bir tarafa bırakarak söylüyorum; sadece kuramsal bilgiler değil, profesyonel değerler, etik değerler ve eğitici tanımları birçok başlık içerisinde öğretim üyesi ile yakın temasta olan öğrencinin tıp fakültesine girdiği ilk günden itibaren çok belirleyici… Sadece tahmin ettiğiniz gibi öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayısının yüksekliği değil, başka fakültelerde öğretimini sürdüren tıp fakülteleri var, yaklaşık 14 tane. Bunlar da gittikleri tıp fakültesinde bu oranı daha da yükseltiyorlar. Doğal olarak küçük gruplarla yürüttüğümüz hani sizlerin daha çok bildiğiniz hasta başı vizit dediğimiz süreçlerde neredeyse bir grup öğrencinin odaya giremediği, bırakın hastaya dokunmak, hastayla ilgili temasa geçmek, hastayı göremediği günler yaşıyoruz. Bütün bunlar sadece ve sadece tıp fakültelerinin öğretim üyelerinin ve öğrencilerin sorunu olamaz. Bu doğrudan toplum sağlığını ilgilendiren bir süreç.
Son 1 Yılda Tıp Eğitimi Durdu
Son bir yıl içerisinde ne oldu? Ben de bir öğretim üyesiyim ve tıp eğitimi veriyorum; tıp eğitimi durdu. Kimi fakültelerde, raporları incelediğim zaman görüyorum, 10 gün durduğu söyleniyor, kimileri daha uzun süreler durduğunu söylüyor ama tıp eğitimi durdu. Aslında 2019’un son günleri ve 2020’in başlarında süreç yavaş yavaş belli olmuştu. Ama bütün bu süreç ne yazık ki birçok tıp fakültesinin, üniversitenin yine de hazırlıksız yakalanmasına neden oldu.
İzlenmesi Çok Güç Dersler
Eğitimin büyük bir çoğunluğu biliyorsunuz yüz yüze eğitimler, amfi tarzı eğitimler ilk yıllarda olur ve bu eğitimler yapılamadı. Dersler asenkron ya da senkron çevrimiçi yapıldı. Zaman zaman asenkron ve senkron dersler izlenmesi çok güç derslere dönüştü. 45 – 50 dakika amfide bile izlemek, dikkati toparlamak çok zorken günde 6 – 7 saat anlatılan asenkron konuşmacının mimiklerini göremedik. Çevrimiçi oturumlar ne yazık ki öğrencilere çok büyük katkı sunmadı. Kimi fakülteler asenkron yapıyı kuramadıkları için dersleri eş zamanlı yürütmek istediler. Bu sefer de öğrenci ve öğretim üyeleri arasında zaman sorunları yaşandı. Öğrenciler evlerinden ya da bulundukları yerden istedikleri saatte derse giremediler; doğal olarak senkron daha verimli ve daha etkileşimli gibi gözükmekle birlikte senkron ders verdiğini söyleyen hatta bununla ‘övünen’ tıp fakülteleri öğrenci geri bildirimleri ne yazık ki çok olumlu olmadı.
İlk üç yılda uygulama ağırlıklı çalışmalar var. Öğrenciler daha çok uygulamaları izleyerek anlamaya, kavramaya çalıştılar. Sonuç itibariyle bu süreç bugün de çok değişmedi. Özellikle 4. sınıf ve üst sınıflar biliyorsunuz aşılama programına dahil edildi. Ama ilk üç yılda öğrencilerimiz geçen seneden bu yıla ne yaşamışlarsa aynısını sürdürecekler.
Mezuniyet Öncesi Tıp Eğitimi
Bu noktada ne yapılabilir? Biz TTB olarak daha nitelikli bir mezuniyet öncesi tıp eğitimini çok önemsiyoruz. Bu süreçte öğrenci geri bildirimleri, öğrenci tartışmalarını izlediğimizde en önemli noktanın tıp fakültesini kazanmış ama henüz tıp fakültesi binasına girmemiş, yeni meslektaşlarımız başta olmak üzere ya da 2. ve 3. sınıfta okuyan ama yaklaşık 1 yıldır öğretim üyesi görmeyen öğrencilerimiz, genç meslektaşlarımız için mutlaka panellerin düzenlenmesi, onların kendilerini ifade edebilecekleri ya da anlamakta güçlük çektiği başlıkları tartışma oturumlarında zenginleştirecekleri oturumların yapılması gerekiyor.
Tıp Eğitimi Çok Yüklü
Videoların mutlaka kısaltılması, öz hale getirilmesi gerekiyor. Tıp eğitimi çok yüklü; özellikle salgın döneminde bunu bir kez daha test ettik. Birbirimizin belki dersini çok fazla izlemiyorduk ama 1 200 – 1300 saat ders kayıtları alınca her dönemde, öğrencilerimizin nasıl bir kuramsal ders yüküyle karşı karşıya kaldıklarını hep birlikte görmüş olduk.
Salgın döneminde önemli bir konu, dönem 4 – 5 ve internlük dediğimiz son sınıflar… Bu bir yıllık süre içerisinde sanki ilk üç yılda imiş gibi kuramsal dersler videolara kaydedilip ya da çevrimiçi senkron uygulamalarla yapıldı. Birçok tıp fakültesi bu günlerde yani Mart – Nisan aylarında klinik eğitimlerin açılabileceğini öngörmüşlerdi, memnuniyetle söylüyorum, kişiler aşı oldular ve birçok fakültede stajyerlerimiz ya da internlerimiz baştan beri zaten eğitim içindelerdi ve sürece döndüler.
Geçen bir yıl içerisinde; örneğin dönem 4’ten 5’e geçen, dönem 5’ten 6’ya geçen ya da 5. sınıftan mezun olmuş genç meslektaşlarımız var. Bunlarla ilgili ne yapılabileceğine dair önerilerimiz var. Bu konuda hem Yüksek Öğretim Kurumundan üniversite dekanlıklarına hem de Sağlık Bakanlığına çok önemli görevler düşüyor.
“BÜTÜN UZMANLIK ALANLARININ KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİ ÖNCELEMESİ GEREKİYOR. BUNUN İÇİNDE KARDİYOLOGLAR DA VAR; PLASTİK CERRAHLAR DA VAR; HER MESLEK GRUBUNUN KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİ YAPILANDIRMA SÜRECİNE KATKI SUNMASI GEREKİR”
Birinci basamak Hizmetin Değeri
Salgın bize ne öğretti? Birinci basamak sağlık yapılanmasının değerini bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Biz yıllardır birinci basamak sağlık hizmetleri derken koruyucu sağlık hizmetleri derken bunu sadece pratisyen hekim, aile hekimi diye düşünmedik. Bütün uzmanlık alanları da dahil her birinin koruyucu sağlık hizmetlerini öncelemesi gerekiyor. Bunun içinde kardiyologlar da var; plastik cerrahlar da var; her meslek grubunun birinci basamak yani alanda çalışanlarının koruyucu – önleyici sağlık hizmetlerini yapılandırma sürecine katkı sunması gerekir.
Teletıpta Temkinli Olunmalı
Pandemi ile birlikte tıpta; uzaktan öğrenim, çevrimiçi , mobil, e-öğrenim gibi kavramlar gündemimize girdi. Burada çok üzerinde dikkatle durulması gereken bir uygulama var: Teletıp! Avrupa’da ve Türkiye’de de benzer uygulamalar var. Ama burada çok temkinli olmak lazım, özellikle hasta mahremiyeti ve sağlık verilerinin güvenliği konusunda çok temkinli olmakta yarar olduğunu vurgulamak istiyorum.
Koruyucu Hekimlik Öncelenmeli
Salgın tıp eğitimi müfredatının çok yüklü olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir tıp fakültesinde bir yıl boyunca 1250 saate yakın ders kayıtlarının olduğunu, bunların sadece kuramsal dersler olduğunu, bunun yanı sıra uygulama, laboratuvar ve benzeri uygulamalı ziyaretlerin olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Bunun mutlaka gözden geçirilmesi gerekiyor. Koruyucu hekimlik öncelenmeli. Sağlık ocakları kapandıktan sonra, tıp fakültelerinin birinci basamakta öğrenciler; erken dönemde hastalarla, yenidoğanlarla, bebeklik ve çocukluk dönemindeki kişilerle karşılaşma konusunda sorunlar yaşamaya başladı. Aile hekimliği sistemi biraz farklı bir sistem… Koruyucu sağlık hizmetlerinden daha çok tedavi edici sağlık hizmetlerine odaklanılan; yoğun çalışılan; belki hastaların içeride öğrencilerin olmasını istemediği bir sistem ya da kimi zaman eğiticiler, orada çalışan meslektaşlarımız da yoğun öğrenci görmek istemiyor olabilirler. Öğrencilerimiz ikinci ve üçüncü basamakta hasta görerek, sağlıklı insan görerek mezun etmememiz gerektiğini bu salgın dönemi bize hatırlatmış oldu.
“SADECE TIP FAKÜLTESİ BÜNYESİNDE OLAN BİLİMLER DEĞİL, ÖĞRENCİLERİMİZİ TOPLUM BİLİMLERİ İLE BİR ARAYA GETİRMELİYİZ. NİTEKİM SALGIN SADECE TIP BİLGİSİYLE YÖNETİLEMİYOR. TIP FAKÜLTESİ MEZUNLARINA EŞ ZAMANLI ÇİFT DİPLOMA YETKİNLİĞİ VERİLEBİLMELİ”
Halk Sağlığı Uzmanlığının Önemi
Sağlık yönetiminin çok önemli olduğunu, salgında hekimliğin aslında bir uzmanlık alanı olduğunu, halk sağlığı uzmanlığının ne kadar önemli olduğu bu yapılarda mutlaka halk sağlığı uzmanların görevlendirilmesi gerektiğini yıllardır TTB söylüyordu. Temel ve klinik tıp bilimleri sosyal bilimlerle entegre edilmeli… Sadece tıp fakültesi bünyesinde olan bilimler değil, öğrencilerimizi sosyoloji ile toplum bilimleri ile bir araya getirmeliyiz. Birlikte çalışma kültürünü zenginleştirmeliyiz. Nitekim salgın sadece sağlık bilgisiyle, tıp bilgisiyle yönetilemiyor. Tıp fakültesi mezunlarına eş zamanlı çift diploma yetkinliği verilebilmeli; hem tıp fakültesi hem işletme okuyabilmeli; hem de tıp fakültesi hem sağlık yönetimi okuyabilmeli… Salgın dönemi bize bunu da anımsatmış oldu.
Müfredat Gözden Geçirilmeli
Topluma dayalı tıp eğitiminin yapılanması çok önemli… Müfredatın yeniden gözden geçirilmesi, özellikle birinci basamakta toplum içinde toplumla birlikte bir tıp eğitiminin nasıl yapılandırılacağına dair birikim gözden geçirilmeli. Nasıl bir eylem içerisinde tıp fakülteleri toplumla bir araya gelecek uygulamaların içine katılmalı. Ne yapılabilir? Salgın sonrası kısa erimli eğitim odaklı bir planlama yapılmalı. Bunun için de tıp fakülteleri bence sürecin gerçek özneleridir. Sağlık Bakanlığı birçok nedenle istihdam olanağı yarattığı için öğrenci sayısını belirlediği, uzmanlık alanını belirlediği için Sağlık Bakanlığı tüm bu işlemleri tek elden yürüttüğü için bu sürecin içinde olmalıdır. TTB hem birikimini hem hekimleri ve tıp fakültesi öğrencilerini temsilen bu sürecin içinde yer almalı.
Bence öğrenciler ve öğrenci temsilcileri tıp eğitiminin içinde yer almalıdır. Uzmanlık öğrencileri de uzmanlık eğitiminin öznesi olmalıdır. Bunu TTB de yıllardır söylüyor. Öğrencilerin olmadığı bir tıp eğitimi tasarlamak, yürütmek, planlamak ne yazık ki günümüzde yaşadığımız sorunların temelini oluşturuyor.
Cerrahide Birçok Hastayı Erteledik
Salgın sonrası acil durum planlaması içinde eğitimlerin telafi edileceği söylendi. Özellikle cerrahi branşlarda birçok hastayı erteledik; erteleme dönemi yaşandı. Bu beni biraz ürkütüyor işin doğrusu. Ertelenen hastaların birden sağlık kuruluşlarına, tıp fakültelerine başvurusu sonrası nasıl bir yoğunluk yaşayacağımızı ve güvenliği, hasta güvenliğini nasıl sağlayacağımızı mutlaka planlamamız gerekiyor.
Yeni Mezunlar Oryantasyon Eğitimi Almalı
Mezun ettiğimiz öğrencilerimiz var. Son sınıf bizim için çok önemli. Aslında sağlık sistemini biraz daha ayrıntılı gördükleri, hasta karşısında sorumluluk aldıkları bir dönemdir ama ne yazık ki mezunlarımızın büyük bir bölümü bu dönemi çok acil bir – iki staj dışında tamamlayamadı. Gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumları yaşama fırsatları olmadı. O yüzden Sağlık Bakanlığının, öneriler doğrultusunda mezunları bir oryantasyon eğitimine almaları gerektiğini vurgulamak istiyoruz.
Öğrenci Kontenjanları Düşürülmeli
“ÖNÜMÜZDEKİ BİRKAÇ YIL BELKİ 5 – 10 YIL SÜRESİNCE DE TELAFİSİ GÜÇ SIKINTILARLA KARŞILAŞMAMAK ADINA HIZLICA TIP FAKÜLTELERİNİN ÖĞRENCİ KONTENJANLARININ BELLİ BİR ORANDA DÜŞÜRÜLMESİ GEREKİYOR”
Tıp eğitimini etkileyen faktörleri gözeterek 14 bin 500 sayılarına erişmiş tıp fakültesi öğrenci sayısının, pandemide yaşadıklarımızı da gözeterek, önümüzdeki birkaç yıl belki 5 – 10 yıl süresince de telafisi güç sıkıntılarla karşılaşmamak adına hızlıca öğrenci kontenjanlarının belli bir oranda düşürülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Profesyonel değerler çok önemli; mezunlarımızın toplum içerisinde duruşları, kurduğu cümleler, aldıkları sorumluluklar açısından profesyonel değerleri benimsemesi çok önemli. Kriz anında sağlıklı tutum alışları çok önemli.
“HER HASTANIN YOĞUN BAKIMA ALINMASI VE YAŞAMININ YOĞUN BAKIMDA SON BULMASI GEREKTİĞİ ALGISI MAALESEF HEM HEKİMLERDE HEM DE HALKIMIZDA HAKİM. HALBUKİ FAYDA GÖRMEYEN HASTALAR İÇİN YOĞUN BAKIMDA UYGULANAN GİRİŞİMLER HASTA İÇİN BİR EZİYET! BU HASTALAR YAKINLARININ YANINDA OLAMADAN İZOLE HALDE, YALNIZ ÖLMEKTELER”
Prof. Dr. Nalan Adıgüzel & Prof. Dr. Arzu Topeli İskit
Türk Toraks Derneğinin kamuoyunu bilgilendirmek üzere Mart 2021 içerisinde düzenlediği webinar toplantısında yoğun bakım bilim dalı anlatıldı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Yoğun Bakım Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Arzu Topeli İskit’in konuğu İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi Yoğun Bakım Sorumlusu Prof. Dr. Nalan Adıgüzel oldu.
Yoğun Bakım 1850’li Yıllardan Beri Var
Toplantı açılışında konuşan Prof. Dr. Arzu Topeli İskit şunları kaydetti:
“Yoğun bakım, çok eski yıllardan beri var, 1850’li yıllara dayandığı biliniyor. İlk yoğun bakım hizmetini sunan kişinin aynı zamanda hemşirelik hizmetlerinin de kurucusu olan Florence Nightingale olduğu düşünülüyor. Çünkü kendisi Kırım Savaşı sırasında çok ağır yaralı askerleri farklı bir alana olarak bir nevi yoğun bakım hizmeti vermiş ve bu hastaların da daha iyi sağ kalımlarının olduğunu göstermiş. Daha sonra 1920’li yıllarda Amerika’da, özellikle beyin cerrahisi ameliyatları sonrası yoğun bakım üniteleri kuruluyor. Ama ilk modern yoğun bakım ünitelerinin 1940’lı, 1950’li yıllarda oluştuğunu görüyoruz. Çünkü o dönemde Avrupa’da ciddi bir çocuk felci salgını var.
Modern Üniteler 1950 -1960’larda kuruluyor
Bugün Covid-19 salgını yaşadığımız süreçte yoğun bakımların önemi algılanmaya başlandı. O dönemde de yine bir salgınla yoğun bakımların önemi anlaşılıyor ve çocuk felci salgını sırasında Avrupa’daki solunum cihazları yani bu tank ve çelik şeklindeki büyük cihazlar yetmiyor. O nedenle çok sayıda sağlık çalışanı, hekimler hatta tıp öğrencileri, hastalara pozitif basınçlı ventilasyon uygulayarak, çocuk felci hastalarını yaşatıyorlar ve daha sonra da modern yoğun bakım üniteleri 1950 -1960’lı yıllardan itibaren kuruluyor.
Türkiye’de Bilim Dalı Olması 2012’de!
Gelişmiş ülkelerde, 1980’li yıllarda yoğun bakım artık bir bilim alanı olarak karşımıza çıkıyor. Ülkemizde biraz gecikme oldu bu konuda; 2012’de resmi olarak bir üst ihtisas eğitimi olarak yoğun bakım eğitimi başladı. Dolayısıyla Covid-19 salgınına denk geldiğimiz dönemde yoğun bakımların daha fazla konuşuluyor olduğunu, daha fazla anlaşıldığını görüyoruz.”
HAYAT KURTARICI İŞLEMLER İLE YÜKSEK OLASILIKLA HAYATTA KALMA İHTİMALİ OLAN VE İLERİ YAŞAM DESTEĞİNİ KABUL EDEN HASTALIKLAR ÖNCELİKLİ OLARAK YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNE KABUL EDİLMELİLER”
Yoğun Bakım için 3 Yıl Üst İhtisas Eğitimi
Program, Prof. Dr. Arzu Topeli İskit’in sorularını Prof. Dr. Nalan Adıgüzel’in yanıtlaması ile şöyle devam etti:
Prof. Dr. Arzu Topeli İskit: Yoğun bakım bilim alanını ve ünitelerini nasıl tanımlayabiliriz? Prof. Dr. Nalan Adıgüzel: Aslında yoğun bakımlar, hastalık ve travma sonucu yaşamsal fonksiyonları ileri derecede bozulmuş olan veya her an bozulma riski taşıyan hastaları kritik hasta olarak tanımlıyor. Bu hastaların takip ve tedavi edileceği eğitimli personel ve ileri teknolojinin beraber bulunduğu ileri yaşam desteği verilen üniteleri yoğun bakım olarak adlandırıyoruz. Ülkemizde yoğun bakım sizin de belirttiğiniz gibi bir bilim dalı… 4 ya da 5 yıllık uzmanlık sonrası 3 yıl daha üst ihtisas eğitimi alınarak yoğun bakım uzmanı olunuyor ve yoğun bakımların sorumluluğunu alıyorsunuz.
“YOĞUN BAKIMA KABUL EDİLECEK HASTALARIN ALTTA YATAN HASTALIĞININ TEDAVİSİ OLMALI. EĞER ALTTA YATAN HASTALIK TEDAVİ EDİLEMEYECEK, DÜZELEMEYECEK DURUMDA İSE O ZAMAN YOĞUN BAKIMIN HASTAYA FAYDA VERMESİ MÜMKÜN DEĞİL!”
Altta Yatan Hastalığının Tedavisi Olmalı
Prof. Dr. Arzu Topeli İskit: Aslında yoğun bakım üniteleri kritik hasta takip eden üniteler ama şunu da söyleyebilir miyiz hocam? Bu kritik hastaların izleminde bu ekip çok önemli. Yoğun bakım uzmanı ve diğer sağlık çalışanları son derece önemli. Yoğun bakıma hangi hastalar yatar? Hangi hastalıklar yol bakım alanı içindedir?
Prof. Dr. Nalan Adıgüzel: Yoğun bakım kesinlikle bir ekip işi. Yoğun bakım; hemşiresi, personeli, hekimi ile beraber multidisipliner yaklaşımla hastalara hizmet verildiği üniteler. Hayat kurtarıcı işlemler ile yüksek olasılıkla hayatta kalma ihtimali olan ve ileri yaşam desteğini kabul eden hastalıklar öncelikli olarak yoğun bakım ünitelerine kabul edilmeliler. Solunum yetmezliği, kalp yetmezliği, böbrek yetmezliği gibi organ yetmezlikleri, ameliyat sonrası hastalar her an kritikleşme ihtimali olan, yakın takip gerektiren hastalar, solunum ve diyaliz cihazına bağlanması gereken hastalar yoğun bakım ünitelerinde takip edilmelidir. Yoğun bakıma kabul edilecek hastaların altta yatan hastalığının tedavisi olmalı. Eğer altta yatan hastalık tedavi edilemeyecek, düzelemeyecek durumda ise o zaman yoğun bakımın hastaya fayda vermesi mümkün değil! Hastanın yaşamı yoğun bakımda son bulacaktır. Özellikle vurgulamak istiyorum ki yoğun bakım üniteleri ölüm üniteleri değildir. Mutlaka altta yatan hastalığı düzeltebilecek hastalarımızın alındığını üniteler olmalıdır. Maalesef ülkemizde yoğun bakımlar bu anlamda etkin kullanılamamaktadır.
“HASTALARIN KENDİ SONLARINA KARAR VERME HAKLARININ OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUM; ‘CANLANDIRMA İSTEMİYORUM, HASTALIĞIMIN SON DÖNEMİNDE EVİMDE SEVDİKLERİMİN YANINDA OLMAK, HATTA EVİMDE YATAĞIMDA ÖLMEK İSTİYORUM’ DİYEBİLİR İNSANLAR. YANİ HEP BİRLİKTE YOĞUN BAKIMLARI DAHA ETKİN KULLANMALIYIZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM”
Her Hasta Yoğun Bakıma Alınmamalı
Prof. Dr. Arzu Topeli İskit: Vurgulanması gereken nokta, yoğun bakıma gerçekten ağır hasta, kritik hasta yatar ama yarar görme ihtimali de çok yüksek olan hastaların yatırılması lazım. Aksi taktirde biz hastaları canlandırmaya çalışırken çok fazla girişim uyguluyoruz, işlemler yapıyoruz, bu işlemler zarar verici hale de gelebilir. Yani tam tersi de söz konusu olabilir. O nedenle gerçekten yoğun bakımların yarar görecek ağırlıktaki hastaların yatırıldığı bilimler olarak düşünmesi lazım. Tabii ki farklı farklı hasta grupları olacaktır. Ama onların belki başka ülkelerde başka birimlerde yaşamının son dönemine gelmiş hastalar için farklı birimlerin yapılması herhalde daha uygun olacaktır. Peki hocam, sizce ülkemizde yoğun bakım yatak sayısı ve nitelikleri yeterli mi?
“İLERİ BİR KANSER HASTASI İÇİN CERRAH ‘OPERE OLAMAZ’ DİYEBİLİYOR. ONKOLOG ‘KEMOTERAPİ ALAMAZ, DURUMU KALDIRAMAZ’ DİYEBİLİYOR. AYNI ORANDA YOĞUN BAKIM UZMANLARININ DA ‘BU HASTA YOĞUN BAKIMDA FAYDA GÖRMEZ’ DEME HAKKI OLMALI!”
Prof. Dr. Nalan Adıgüzel: Ülkemizde yoğun bakım yatak sayıları Covid-19 döneminde de gördük ki biz Avrupa’dan daha iyi durumdaydık. Aslında bizim yoğun bakım yatak sayılarımızın nitelikleri yeterli; yeterli donanıma sahibiz ama burada yatak sayımız yeterli olmasına rağmen zaman zaman yatak sıkıntısı yaşanıyor. Bunun nedenlerini de irdeleyecek olursak yoğun bakım yataklarımız maalesef ülkemizde etkin olarak kullanılmamakta; her hastanın yoğun bakıma alınması ve yaşamının yoğun bakımda son bulması gerektiği algısı maalesef hem hekimlerde hem de halkımızda hakim. Halbuki fayda görmeyen hastalar için yoğun bakımda uygulanan girişimler hasta için bir eziyet olup, hastalar yakınlarının yanında olamadan izole, yalnız ölmekteler… İleri bir kanser hastası için cerrah ‘opere olamaz’ diyebiliyor. Onkolog ‘kemoterapi alamaz, durumu kaldıramaz’ diyebiliyor. Aynı oranda yoğun bakım uzmanlarının da ‘bu hasta yoğun bakımda fayda görmez’ deme hakkı olmalı! Çünkü böylece yoğun bakım yataklarını daha etkin kullanabiliriz, fayda görebilecek hastaları yoğun bakımımıza alıp takip edebiliriz. Nitekim Amerika ve Avrupa’da yoğun bakıma kabulde hastalar, fayda görme olasılıklarına göre bekler. hastaların derecelendirilmesi var ve buna göre hastalara öncelik verilmekte, yoğun bakıma alınmaktadır. Bir grup hasta ise yoğun bakımda fayda görmeyecek hasta ise yoğun bakım alınmamakta… Diğer tarafta hastaların kendi sonlarına karar verme haklarının olduğunu düşünüyorum; ‘canlandırma istemiyorum, hastalığımın son döneminde evimde sevdiklerimin yanında olmak, hatta evimde yatağımda ölmek istiyorum’ diyebilir insanlar. Yani hep birlikte yoğun bakımları daha etkin kullanmalıyız diye düşünüyorum. Yataklarımız ve nitelikleri yeterli ama zaman zaman yatak sıkıntısı yaşanmakta. Bu da daha çok endikasyonsuz hastaların yoğun bakım olmasından kaynaklanmakta.
Evde Bakım Hizmetleri Geliştirilmeli
“YOĞUN BAKIMLAR STERİL ÜNİTELER DEĞİL AMELİYATHANELER GİBİ DEĞİL. YOĞUN BAKIMA GİRERKEN ÖZEL KIYAFET YA DA GALOŞ GİYİNİLMESİ GEREKLİ DEĞİL. BİZ NASIL HEKİMLER SAĞLIK ÇALIŞANLARI DİKKAT EDİYORSAK, HASTA YAKINLARI DA EL HİJYENİNE DİKKAT ETMELİ”
Prof. Dr. Arzu Topeli İskit: Palyatif bakım ya da evde bakım hizmetlerinin geliştirilmesi gerekli ki bu yataklar daha akılcı kullanılsınlar. Ve tabii bu yataklara hizmet verecek ya da bu yataklarda yatacak ağır hastalarımıza hizmet verecek nitelikli personelin de hekim, hemşire ve diğer personelin de sayısının artırılması gerekli diye söyleyebiliriz. Bazen de soruyor hastalarımız; yoğun bakımlarda nelere dikkat etmeliler; mesela galoş giymek gerekli mi; el hijyenine nasıl dikkat edilmeli? Bu konuda ne söyleyebiliriz?
Yoğun Bakımlar Steril Üniteler Değil
Prof. Dr. Nalan Adıgüzel: Yoğun bakımlar steril üniteler değil ameliyathaneler gibi değil. Yoğun bakıma girerken özel kıyafet ya da galoş giyinilmesi gerekli değil. B iz nasıl hekimler sağlık çalışanları dikkat ediyorsak, hasta yakınları da el hijyenine dikkat etmeli. Hastaya temastan önce bütün yani yatakların başında yoğun bakımların girişlerine jeller, lavabolar konulur eller yıkansın diye; hastalarla temas etmeden önce el hijyeninin sağlanması yeterli. Diğer taraftan eğer kişinin bir solunum yolu enfeksiyonu varsa bulaşıcı bir durumu varsa ziyaret edilmemesi gerekiyor. Hani rutin günlük hayatta biz nelere dikkat ediyorsak hasta ziyaretlerimizde de bunlara dikkat etmemiz gerekiyor.
Hastalıklar Daha Çok Ellerle Bulaşıyor
Prof. Dr. Arzu Topeli İskit: Aslında Covid-19 salgını bize şunu gösterdi: El hijyeni çok önemli. Hastalıklar daha çok ellerle bulaşıyor.; bir de üst solunum yolu enfeksiyonu gibi gribal enfeksiyonlar gibi bir durumla karşılaştığımız zaman maske takmak veya k işilerle aramıza bir mesafe koymak durumunda olduğumuzu bize hatırlattı. Sadece covid-19 değil; grip gibi diğer solunum yolu enfeksiyonlarınaa dikkat etmeliyiz; hatta galoş giyerken hani galoşa biz karşıyız çünkü galoş giyerken elimizi de kirletiyoruz. O nedenle yerden bulaşmıyor enfeksiyonlar ama ellerimizle bulaşıyor. Hocam yoğun bakımlarda ziyaretçi uygulamaları nasıl olmalı?
Her Yoğun Bakım Kendi Kurallarını Belirliyor
Prof. Dr. Nalan Adıgüzel: Hasta ziyareti yoğun bakımda çok önemli çünkü yoğun bakımdaki hasta popülasyonunun büyük bir kısmını yaşlı hastalar oluşturuyor. Yaşlı hastalarda yakınlarını görememek, terkedilmişlik duygusu yaratıyor ve mutsuz oluyorlar. Zaman zaman yoğun bakım da deliryumlar gelişiyor. Onun için tabii hasta ziyaretleri önemli. Ülkemizdeki ziyaretlerdeki en büyük problemlerden birisi çoğu yoğun bakımlarımızın koğuş sisteminde olması. Tabii odalarda 4 hasta ya da 6 hastalı odalar var. Dolayısıyla uzun ziyaretler çok mümkün olmuyor. Tek izole odalar olsa daha uzun ziyaretler olabilir ama tabi ki günlük ziyaret hastanın yakını tarafından ziyaret edilmesi önemli. Her yoğun bakım kendi kurallarını belirliyor; bu ziyaretlerin nasıl yapılacağını, hangi saatlerde ne kadar süreyle yapılacağını… Ama biz son bir yıl içerisinde yaşadığımız Covid-19 pandemisinde tabi ziyaretler çok kısıtlandı. Sokağa çıkma yasakları hem izolasyon ve teması kesmek adına… Ama bu noktada ihtiyacı olan hastalara yakını çağrılarak ziyaret etmeleri sağlandı. Ziyaret önemli bir konu. Hem hekim olarak hem halkımız olarak yoğun bakımları etkin kullanmalıyız. Gerçekten fayda görecek hastaların yoğun bakıma alınması ve tedavilerin devam etmesi en büyük dileğim…